20 Aralık 2009 Pazar

cezayir ile mano

bütün hafta dışarı çıkıp dolaşma hayaliyle yaşadıktan sonra, yağmurlu bir cuma gününü proje yaparak geçirdim. cumartesi tam da burakların iddaa ettiği gibi günlük güneşlikti; ben yine proje yaptım...

içimde kalmadı değil hani çıkıp dolaşmak ama en azından gece taksime indik de sabancıdan bi nebze olsun uzaklaşmış oldum. finanstan bu kadar uzak ama tamamen kontrolüm altımda olan birşeyi araştırmak, düşünmek, hayal edip geliştirmek inanılmaz zevkli. kendini firmanın içine koyup işleri yürüttüğünü varsaymak ve ona göre raporu yazmak, neden ve ne kadar doğru bir kararla işletme okuduğumu bir kez daha gösterdi bana.

şu an tek sıkıntım omuzlarımda bir yük duran akın hocanın ödevidir. kendimin olsa yapmazdım yine muhtemelen, MM propsition & agency theory bana pek uygulanabilir değil yani, ben işin içine başkası girince daha sorumlu oluyorum. evet bu da benim "özdisiplinsiz" kişiliğimin münasır tarafıdır. ama ne biliyor musun blog, 1 haftadır diyetteyim ve ihanet de etmedim programıma, sırf o en büyük eksikliğim olarak NeoPi-R zımbırtısının yüzüme vurduğu disiplinsiz tarafımdan kurtulmak için yapıyorum bunu.

Sertab'dan private emotion dinliyorum. ama biliyor musun, aslında her his o kadar özel ve benzersiz ki: karnının mütemadiyen aç olması hissi, sokaktaki ağlayan kıza dayanacak bir omuz verme hissi, ya da yumuşacık kısacık saçların parmakların arasında süzülürkenki hissi... yaşamak güzel şey, istanbulda bir gün gezeceğini hayal etmek de.

istanbulun görünmeyen bir yüzü var ki inanılmaz güzel. yani kendi başıma hayatta girmeyeceğim yollara arkadaşlarımla gidip sonundaki o muazzam güzellikleri görmek inanılmaz güzel. dünün kahramanları cezayir lounge ile mano'ydu.

çok özledim blog fotoğraf makinem, çantam, spor ayakkabılarım ve haritamla sokakları arşınlamayı. topuklarımı seviyor olmam düzlerimi özlemediğim mânâsına gelmez, özlüyorum hem de eşekler gibi...

ve sırtım bilmem kaç zaman oldu hâlâ ağrıyor: oturmaktan.

corporate meetings, winey the pooh, başka dilde aşk, lüle lüle, lean things offered, rodrigo leão, serenade from stars, econometrics,

12 Aralık 2009 Cumartesi

17. kat

dün akşam saat 10'a gelirken, çoğumuz hâlâ CAFE'de, önümüzde bilgisayarlar ve laptoplar, "bu soru sana geliyor" şeklinde iletişir, arka planda insanların konuşmaların, kulaklıklarımda listen to yourself: coldplay X&Y çalarken, bir an için durdum ve gülümsedim. ileride bu yorgun -uykusuz aç - pc başında "ama- peki o zaman bu- hmm tamam şöyleymiş" diyişlerimizi bile özleyeceğimi farkettim, ve olabileceğim daha iyi bir yer gelmedi o an aklıma çünkü mutluydum.

ve bugün ilk defa tamamen kendi başıma istanbuldaydım. şehri sevmek, kendini rahat hissetmek ve alışmak için gerekli olan da buydu sanırım. metrobüs inanılmaz birşeydi. köprüye kmler kala başlayan o trafiğin yanından yağ gibi akıp geçerken hem utandım hem zevkten dört köşe oldum, hem de o trafikte arabada geçen zamanlarıma yandım.

arada senaryolar yazardım kafamdan, o anda çok kötü bişey olsa, önce kimi ararım ne derim gibi. köprüden geçerken o kadar şiddetli rüzgar ve yağmur vardı ki resmen camdan dışarısı görünmüyordu ve koca metrobüs savruluyor, gıcırdıyordu, hemen hollywood yapımı seneryolarımdan biri daha belirdi zihnimde, ama bu sefer farklıydı, arayacak kimse gelmedi aklıma, kimseyi aramak istemedim. zaman değişti, ben değiştim.

dışarıdan bu kadar sıkıcı aynı zamanda bu kadar da çekici gözüken başka birşey olabilir mi bilmiyorum ama corporate life ve onun bileşenleri, burger king'in ateşi misali seni çağırıyor.

mentörümün "academic excellence is a given" demesi, çalışmak için başka bir sebeptir bana.

bilmediğim birşey öğrendim mi bugün bilmiyorum ama, güzel bir gündü benim için.

6 Aralık 2009 Pazar

time of my life

hey hey :D

neresinden başliyim bilog,

çok mutluyum böyle güzel bir haftasonu olamaz heralde :) yani insan var, insan var...

ve istanbulu çok sevmeye başladım, gece bu şehir ayrı bi güzel.

sisley elbisem, gri kelebekler, nw-pumps, balkon, fındık-votka, cities, sunseekers, curls on heads, bursa kumaşlarım!, sezar ile kleopatra, kanka, sigara yanığı, tuz-limon-tekila, londra, gel tezkere, mavi polar, bülbül suyu, niye uzun bu ya, porselenzeytin, bambi, keys, sinek ilacı aromalı, bir shuttle'ı, sakız shot, a hug, corporate life, otto...

lily allen - the fear

30 Kasım 2009 Pazartesi

rest is still unwritten*

efsane yazmaya, yeni bölümler çekmeye ya da eğitilip öğrenmeye değil,

mutlu günlerimin bedelini ödemeye gidiyorum.

gerisi daha yazılmadı, ben bunun da acısını çıkarmanın bi yolunu bulurum ne de olsa, gözyaşlarımın nemi başlar bi yerden çürütmeye.

tek güzel yanı uçmak a.*. dönüş yolunun.

bu kadar.
*natasha bedingfield

26 Kasım 2009 Perşembe

seni sevdiğimdendir gelirim ben bu yere*

yalan...

bi öyle sevemedim seni e be mif, kendimi mecbur ettiğimdendir gelerim her dediğine. kapanıp da odama çalışmak hiç de zevk vermiyor inan, nerde o consumer behavior'lar, data structures and algorithms'ler...

kardeşim himym, anam aşk-ı memnu izler, babam 5. rüyasını görürken, ben bankaların ne yaptığıyla inan hiç ilgilenmiyorum. externalities ne demek ki hem?

amaçsız araç yaşamlar, çok can sıkar. -mış yani, öyleymiş.

dağlar bilmez, yollar bilmez, şu klavyem bilir...

*birsen bilir

19 Kasım 2009 Perşembe

pros & cons

econometrics öğrenmek için geçerli sebep buldum kendime: m&b, yield curve ve LXt=Xt-1

insanlara karşı duruşumun keskinötesi olması gerektiğini; arkadaş diye bir şey olmadığını, sadece "colleague" olduğumuzu öğrendim.

canımı sıkan şeyin olayın kendisi değil, altında yatan güç savaşında egale edilmiş olmak olduğunu sanıyorum.

sevmek değil sevilmek istiyorum. yoruluyorum severken, sevmiyim seviliyim, var mı öle bi dünya?? eve gidince kimse benden ilgi beklemese de herkes bana ilgi gösterse negzel olurdu di mi, evet bence de "çok ütopik oldu".

ben bunlarla uğraşmak istemiyorum, ben primitif muhabbetlere takılıp öfkeden içim içimi yesin, midem bulansın sonra da başım günler boyu bıkmadan usanmadan ağrımaya devam etsin istemiyorum. keşke biri çıksa, 25 yaşında bir kızın finansta upper limiti budur şunları şunları yapmaya kapasitesi vardır sen kendini bunlara odakla dese, ben onları seneye kadar yapmaya çalışsam. bu arada isteyerek öğrensem, insanlar bana "bu" demese, ben de vakti gelince canlarını fena yakmak zorunda kalmasam.

durmaksızın, next- next - next tıklamasam, şarkılar hep güzel güzel çalsa, bilgisayarım beni hissetse, bana ona göre davransa.

kimse benim klavyemin sesinden rahatsız olmasa da ben de rahat rahat yazsam, yazsam da rahatlasam, rahatlasam da çalışmaya başlasam, sonra yatsam uyusam, sabah saatim çalınca uyansam, uyansam da derste gözkapaklarım yerçekimiyle savaşmasa...

sırtım ağrımasa, dizim ağrımasa, başım ağrımasa, sırtım ağrımasa.....

huuusa!
...bu da 100. kayıttır

18 Kasım 2009 Çarşamba

lise

tiksindire tiksindire öğretiyorsunuz ya şu teoriyi, yazıklar olsun size. bi investment bank risk manager'ı kadar heves uyandıramadınız içimde. o anlattıkça benim bütün kitapları, bütün paper'ları okuyup yalayıp yutasım geldi, sonra noldu? fakültenin karanlık kapısından, yurdun puslu yokuşuna çıkan yolda, hava gazına dönüştü, uçup gitti bütün hevesim.
ha sanma ki öğrenmiyeceğim ben bunları, hem de cinciğine kadar. Hem marjinal fayda azalarak artan bir eğime sahiptir, onların bir koyduğu birken ben bir koyduğum bin ediyor hergün. onlar o lise bebesi zihniyetleriyle, okunacak paperları, yapılcak sunumları, yazılcak raporları unutup günü kurtarmaya çalışadursunlar bakalım. bugün susuyorsam bi kereliğine hatır gönül saydığım içindir. bundan sonra babam gelse tanımam.
siz bi yatırım grubu kurmak için bile lafı 30 kez gevip ağzınızda, kaypaklığın dibine vuruyorsanız, gerekirse sizinle beraber kendimin de oturduğu dalı kesmekten hiç çekinmem.

böyle biline.

7 Kasım 2009 Cumartesi

damalı bayrak

istanbuldan mıdır, sabancıdan mıdır bilemedim; insanlar süreli bir "-mazsın" sendromunda. daha önce hiç bu kadar istikrarlı bir şekilde birbirini demotive eden bir toplumun parçası olmamıştım. burda herkes birbirinin cam tavanı olma uğraşında, kimse kendi derdinde değil esasında. rekabet desen değil, çünkü rekabet olsa bunu adı bir çıta olur ve gün be gün yükselir. olayı bir adım öteye götürmektense diğerlerini böl kalanları kendin yönet politikası bu.

mutluluk, keyif alarak, eğlenerek öğrenmek ne zamandan beri yanlış oldu? kabul "no pain no gain" ama her güzel şey için illaha da acı ile mi ödeme yapmak gerekir, birşeyi haketmenin tek oluru yeterince acı çekmek midir?

4 Kasım 2009 Çarşamba

mutsuz funk'm

...ve yemeğe vurdum, hem de hiç tad almadan... keşke bi şişe pasifloram olsaydı, ya da lezzetli kırmızı şarabım...o zaman yemek bile yemezdim. tüm içimi kusmak istiyorum, bütün yediklerimi....

insanın tek bir hayatı olması ne kadar yazık

yani hani bakıyorsun da bugün sonra durup düşünüyorsun yarın, diyorsun ki, ilkokuldayken o şöle şöleydi, gözdeydi, biricikti, sonradan hiç de o kadar iyi yerlere gelmedi; ya da "şimdi bu çocuk o tenefüs aralarında tükürüp koşuşturan sonra da hasta olup okula gelmeyen mi"?

yani işin özü, şu an bakıp da kendini yanında ezik hissettiğim insanlar acaba günün birinde nerede olacaklar?

bunu bi önceki ömrümüzden bilseydik, iyi olmaz mıydı?

31 Ekim 2009 Cumartesi

emotional jetlag

söyleyebildiğim şarkıları ayrı bir seviyorum. kadın sesi kadar güzel ve büyüleyici başka birşey olduğunu düşünmüyorum. yani kuş sesi, akan suyun, hışırdıyan yaprağın sesi de çok güzeldir; ama tarif edebilirsin, benzetebilirsin, farklı zamanlarda farklı yerlerde işitince aynı şeyleri hissedebilirsin. kadın sesi bi ayrı sanki, bir başka "benzersiz"...

insan bedeninin yaşadığı zaman kargaşasını, fiziksel değil de duygularda yaşamak iyi mi kötü mü bilmiyorum ama pek bir garip. yani algılayamıyor insan; geçip de şu odaya tekrar oturduğunda, uyandığımda denize bu kadar yakın mıydım bu sabah, şimdi öğlen esen ılık rüzgar izmirinkiydi de dışarıdaki soğuk yağmur istanbulunki mi diye düşünüyor...

aşk budur bence, yaşamaya olan tutkudur; yıkık dökük harebelerin arasında dostlarında o huzuru sevinci bulmaktır, onlara sarılmak, uzun zamandır görmediğin için önce bi durup kalmak, sonra sanki daha bu sabah beraber uyanmış gibi sohbete dalmak. hormonların hiç işi olmadığı insanüstü duygulardır gerçek aşk.

benim aşkım, "benim insanlarım"adır. annanemin ki allaha, mecnunun ki leylaya...

farketmez: seviyorum sizi lan! :]

şimdi çalışmam lazım... ama zorunda olduğum için değil, istediğim için :]

29 Ekim 2009 Perşembe

ladies and gentlemen, we are floating in space

hava gecenin 3ünde taze mi kokar?

taranmamış, kurutulmamış, kendinden lüle lüle kıvrılmış saçlarımla ben başkası değilim sanki, yaşasın kendinlik.

kendine not: salaksın. 4 günlük tatil olmaz. tatil dediğin taş çatlasa 2 gün olur, 4 gün bayramsa, seyransa, mezun oluyor da ayrı yollara düşüyorsan "farewell"se olur, tatil olmaz. 4 gün kampsa olur, deniz kıyısında otelli, çadırlı, pansiyonlu ya da karavanlı seyahatse olur. tatil olmaz.

sanki beni uzaya atmışlar da nanik yapıp dönüp gitmişler gibi hissediyorum.

boşlukta süzülüyorum ve ben "hiç-bi-yer"liyim.

26 Ekim 2009 Pazartesi

based upon

küçük beyoğlu'nun insanlarını, günümün içindeki bütün "o" insanlardan daha "sincere" buluyorum. ele güne karşı yapayalnız böyle de olmaaz ki: şap-şap-şap derken, kimsenin eğlenmekten başka bir amacı yok, kimse yanımdaki şarkıyı daha yüksek sesle söyledi ben de daha kuvvetli alkışlayayım bâri derdinde değil, herkes kahkaha atıyor çünkü hepsinin içinden geliyor... life is life derken sanki hakkaten çözmüş hayatın anlamını, ve efes başka hiçbir yerde bu kadar güzel tad vermiyor.

bu dünyada bu kadar büyük kitleleri biraraya getirebilecek şey ne din, ne spor; olsa olsa müzik. bkz:U2

konuşan çok, icraat yok. sıkıyorsunuz hani yani, yemiyorsa girmeyin bu işlere kardeşim...

it's play time!

18 Ekim 2009 Pazar

aşk bu değil*

midem bulanıyor blog,

sıkıldıkça bulduğumu yiyip içmekten : pembe üzüm- tuzlufıstık - yeşil çay- fıstıklı çikolata- pavesi zeytinli- damak- haribo tropik- su-su ve su...
hani kusabilme yeteneğim olsa da yesem di mi? bile bile öyle bi refleksim olmadığını çöp öğütücü gibi doldurdum kendimi.

MiF'den aynı zamanda bu kadar nefret edip bu kadar çok seviyor olmam bir çelişki midir? p ise q, q ise p; yahut her ikisi birden midir? git-yap-öğren-gel sistemi hakimse yükseköğrenimde okumuyorum lan! gider evlenir çoluk çocuk yapar, hayır kurumları için kermes düzenler, tasarladığım takıları satar, senede bir de baayan arkadaşlarımla uzak doğu seyahatlerine giderim yani. ne lan bu böyle.

Ayrıca IEU bu lafım sana: yatarak top çekmek sanatından başka bişey vermemişsin bana, hani onu da tam versen içim yanmiyacaktı biliyon mu... tek üstün yanın dans klüplerinin muazzam olmasıdır, bi de bi kaç yolunu kaybetmiş iyi insanın sende buluşmuş olması... bir seizec, bir geowyns, bri yazkızım başka bi üniversitede buluşmuş olaydı şu an dünya nerelerde olurdu tahmin bile edemezsin. gel gör ki "kismet happens"...

*Birsen dinliyorum bugünlerde, stresime iyi geliyor.. bir de ne güzel diyor : "...sen, insanı öldürürsün sen..."

15 Ekim 2009 Perşembe

ain't no sunshine

selam blog,

biraz yakınicam sana. çok mu şart sebebi olması, canım nazlanmak istiyor. açıkca kötü giden bişi yok (dağlara taşlara, uçan da kuşlara, meaşallah :]) ama hep de iyi, süper ya da düper olamıyor tabi hayat.
bugün venture capital'ın ne olduğunu öğrendim. ne istediğimi bilmediğim hayatımda ne istemediğimi bilmek suretiyle üstünü çizdiğim bir satır daha oldu: pek bi mesudum. bence bu kötü değil, yani bilmiyorum suç mu!? öğreniyorum blogcum, daha n'olsun işte gelişiyorum, takdir etmen lazım ayıplaman değil...
bugün mba2'lerle tanıştım, aslında kafa insanlara benziyorlar, ölesiye gıcık olmaktan vazgeçtim. tanışalım kaynaşalım workshop'u düzenliycem kendi kendime, dağ başındaki yabaniye rolü çok sıkıcı, pek bayağı :D

sevgili okuyucularımdan özür diliyorum fekat,
şimdi bazı insanlar var(insan demek bile suç ama), onlara şunu demek istiyorum : defolun gidin hayatımdaaaan!! benim lan bu hayat! is-te-mi-yo-rum! mesaj da atmıyorum, maile cevap da vermiyorum, allaha havale ediyorum ben sizi, beter olun, defolun.

neyse; normal moda geri dönersek, bu muzlar niye sürekli yeşil?

bi de: genetikçiler var, bilgisayarcılar, polical science'cılar vee biz finanscılar: negzel yurttur ya burası, her telden her renkten dup diri dup :]

10 Ekim 2009 Cumartesi

pano

ekrana bu kadar yaklaşmamıştım uzunca süredir, aramızdaki defterleri, 4 renk ataçlı kağıtları, kırmızı mavi siyah stabiloları, akademik ajandayı ve kitapları kaldırıp, önüme almamıştım bilgisayarımı...

finansla ilgili o kadar heyecan verici şey oluyor ki bloglamak istediğim, sıkıcı olmaktan korktuğum için yazmıyorum.

şimdi bişi itiraf edicim blog, hayatımda ilk defa bilmediğim şeyler beni ele geçiriyormuş gibi hissediyorum, yani hatırlamıyorum acaba erasmusa ilk gittiğimde de oraya yabancı olmak böyle hissettirmiş miydi? ama sanmıyorum çünkü hem hepimiz yabancıydık hem de hepimiz yeni. "even"dık.
şimdi burada disadvantaged benmişim gibi hissediyorum ilk defa. sanki herkes benden daha iyi biliyormuş, daha iyi anlıyormuş, zamanı daha etkili kullanıyormuş, benle aynı takvimsel zamanda benden daha uzun yaşamış da benim görüp geçirmediğim zamanlardan geliyormuş gibi hissediyorum.

çocuk doğurmak böyle bir his olsa gerek: köprüden karşıya geçene kadar ömrü tükeniyor insanın zaman sonsuza doğru uzayıp gidiyor gibi hissettiriyor durkalk- güvenlik şeridi ihlal et trafiği; ama bi kere geçip de emirgana o güzel yalının bahçesine girdin mi dünyalara değer gibi hissettiriyor bu şehir insana.

30 Eylül 2009 Çarşamba

"kismet happens"

kimse böyle güzel gülmüyor, neşemiz var ! kırmızı benekler gibi çoğalırlar :]

eylül'ün son haftasını alice hanım bayramı ilan ediyorum, maşallah de, nazar etme nolur, yeterince uslu dur şirinler gelir seni bulur :)

ne anlatiyim blog,

dün mantı yedim, bugün akşam yemeğini kaçırdım, hypothetically açım, ama aslında değilim.
bugün yeterince koşamadım, heartbeat şeysi çalışmıyordu kalbimi yormayayım dedim.

aaaa! ehliyetimi aldım blog! arabamı da beğendim, şöle biraz para kazanıp, toplu taşıma çilemi doldurduktan sonra alırım artık.
amaaa almayabilirm de çünkü NYa gidebilirm, çok kıymetli "50 günde bir var sonra hiç yok" mentörüm öle salık verdi, aklıma da yattı.

upcoming event:time of my life olabilir, öyle hissediyorum.

yani şöyle diyim anla : uyku mu? o da ne? kim ihtiyaç duyar ki uykuya?
hı-hı evet aynen öyle! :D

dear god,
sağlığımızı, huzurumuzu, sevdiklerimizi bize bırak, dünyadaki bütün nutellaları, cadburyleri, damakları alıp plütona hapsedebilirsin.

yeter ki dostlarsız olmasın hayat :)

içimde uyuzluğu bırakıp bazen yumuşayan ve sohbete dalan bir yön var ya, işte onu çok seviyorum :]

22 Eylül 2009 Salı

kal demedin

sevgili mif, o kadar da derin bir sevgi salamamışsın ki içime, şu an -bayram tatili anı- "bitse de gitsek" modunda değilim.

amacı erteleyince araç önemini yitiriyordur belki de, ama hayatı sürdürme şekli araçlardan geçince, yani hayatın anlamı o araçlara yüklenince, bırakmak sözkonusu bile olamaz.

küçük bir buzdolabı istiyorum, odamda, kendi cumhuriyetimde. o ayçiçek yağlı iğrenç pirinç havuzlarında yemek zorunda değil, so called pilav by someothers.

"uzun bir bayram tatiliniz olduğu için sizi cezalandırıyorum" zihniyetine karşıyım. ekonometri'yi hiç sevmedim, gün ışığı almayan dersliklerden nefret ediyorum. muhasebeyle de aramızda "ne olduğu ne öldüğü" tarzı bir ilişki var, ne olacak bilmiyorum.

doktorasını almış ama önünü ünvanlarla boğmamış hocaları daha çok seviyorum, kafaları bize daha yakın oluyor... onca doçentlik, vs.lik jurisine girerken devrelerini yakmamış, dolayısıyla da daha taze beyinli oluyorlar, daha iyi iletişiyorlar.

bazen o kadar güzel hissediyorum ki, o an yanımda kimse olmamasının ne kadar yazık olduğunu düşünüyorum... gani gani sevap akıyor da şelaleden kimse nasiplenemiyor gibi :]

9 Eylül 2009 Çarşamba

teaching essentials

sınavımın kötü geçmesi ile sormak isteyip de soramadığım sorulardan mütevellit böyle bir yazı yazmak istedi canım.
oldum olası, "bunları daha önce gördünüz onun için geçiyorum, ama bildiğinizi farzederek de üstüne bi miktar bilgi ekliyorum" tavrından nefret etmişimdir.bir işletmeci olarak bilgisayardan yandal yaptığım günlerde sık sık karşılaştığım bu durum, şimdi de karşıma benim bildiğim ama "peer"larımın bilmeyebileceği konularda çıkıyor. yine de gıcık oluyorum.

sınavımın kötü geçmesine geliince... ben anladığımı düşünüyordum konuları ama demek yeterince anlayamamışım... böyle olunca çok moralim bozuluyor.

7 Eylül 2009 Pazartesi

kırık şampanya

uykuyla uyanıklık arasında geçirdiğim o vakitlerden olsa gerek son zamanlarda çok sık rüya görüyorum. tabii ki nisandakiler kadar korkunç olamaz ama rüyalarımdan etkilenip gerçek hayatta hislerimin farklılaşması bi hayli enteresan...

1 Eylül 2009 Salı

extremely sleepy

eğitim öğretim hayatıma, dolayısıyla da "in english" geri döndüğüm için, yazılarımdaki turist kelime sayısında artış beklenmektedir, önemle duyurulur.

ders çalışmam gerektiği ve saatin hrnüz on çeyrek olduğu gerçeği sözkonusu olmaksızın derin bir uyku hali kapladı ruhumu, dile kolay, göze zor bi durum.

yalnızlık olgusu hakkında düşünmek için bolca zamanım oluyor şu sıralar nitekim bilmemkaçbin metre karelik koccaa kampüsde toplasak bir elin parmağını geçemeyecek kadar insancık yaşıyoruz. herkesden önce gelmeyi severim genelde, aidiyet hissini haklı kılar burda çoğundan daha uzun zamandır bulunuyor olmak ama ders bittikten sonra cırcır böcekleri örümcekler ve sivrisinekler olarak körler sağırlar birbirini ağırlamak sıkıcı olabiliyor.

"yalnız olmaktan mutsuz değilim ama yalnız olmaktan mutlu olma halim de sona erdi"

29 Ağustos 2009 Cumartesi

the reason why

"bazen insan içinde bulunduğu zamanın sahte gerçekliğine kendini fazlaca kaptırıp resmin tümünü görmeyi unutuyor" diye ilk defa düşünmüyorum ama bu kadar kesin aydınlanma yaşayarak bu hissin içimde yükselmesi ikincidir. hayatta bazen, ama nadiren, büyük amaçlarla bir yola çıkılır. tüm o alakasız ufak tefek şeyler aslında bütünde o amaca hizmet eden önemli şeylerdir. hedef büyüdükçe uğraşacak ayrıntılar artar, yapılacak işler küçülür bazen, işler küçülüp basitleştikçe de hedefin zorluğu ve önemi akıllardan uçup gider.

ama tanrı vardır ve yarattığı kullarını sever; en azından beni çok sever, ben buna inanırım. ve bazen "reminder"lar gönderir. yoldan çıkana felaket, küçük hatalar yapana kendine dikkat et şeklinde.

bana da telefonlar gelir arada sırada, ne zaman ki elde ettiğim şey beni çok memnun eder, beklentilerimin üstüne çıkar, gözümü kamaştırır, ekranda yazan isim zihnimi bir anda aydınlatır. çünkü bazı şeyler bir amaç uğruna, küçük şeylere inattır.

28 Ağustos 2009 Cuma

sabanci



10 Ağustos 2009 Pazartesi

uykusuz bırakan duygular

"neden severiz sezen aksu'yu? çünkü tasvir edemedigimiz insanlara, asla anlatamadigimiz duygularimizi, sicak bir yaz günü sesimizdeki üzgün rengi, geceleri, sicaktan ve huzursuzluktan-aslinda kabuslardan kaçtigimizdan- uykusuz kalmisken, esen rüzgarin yüreklerimize nasil da iyi gelmedigini anlatir.
çok severiz sezen aksu'yu! ne sarki söylenen uzaktaki çocuklar, ne uykusuz birakan duygular kalmamisken, yine de o kekre tadi hissetmenizi saglar çünkü." #7217473 nolu entry

o uykusuz bırakan duygular, bizi bırakıp çekip gittiğinde, hâlâ yaşadığımıza kim inandıracak bizi?

6 Ağustos 2009 Perşembe

benim hayalim senin hayalin.

ben paylaşmayı severim, ekmek kırıntısı teorisine inanırım: paylaştıkça çoğalır. hayaller de öyle, sahiplenen sayısı arttıkça büyür, yücelir, gerçeğe daha da yaklaşır. desteklenmek de güzel tabi ama paylaşmak bambaşka.

benim çok uzun soluklu bir hayalim vardı: kendimi bildiğim günden, lise 2'ye kadar: astronot olmak. bu hayalimin peşini rasyonel olmak adına bıraktım, nitekim boyum 1.80'i aşmış, gözlerim 0.50 de olsa bozuk çıkmıştı, astronot olamayacaktım...
uzun süre başka peşinden koşacak hayal edinmedim kendime. üniversite ya da bölüm için çalışmadım hiçbir zaman, hep elimden gelenin en iyisini yapabilmekti amacım, kararı sonuçlar gelince verecektim. erasmusa gitmek uzun uzadıya planladığım birşey değildi; o an bi yerlere gitmeye ihtiyacım vardı, gittim. tango öğrenmek hayalim değildi, aksine ben dans edemem, erkek gibi kızım isimli başka bir teorim vardı, zamanla çürüdü.

ama şimdi gerçekleşmesi için önümde kendimden daha büyük bir engel olmayan yeni bir hayalim var, hayatımın belki de en gerçek hayali...

bilen biliyor herşeyi ne için göze aldığımı.

ha bi de anneme ödetmem travmam son bulacak akbank hesap açacak azar azar taksitle ödenecek. yani son tahlilde sabancı yeni yuvam gibi gözükür. hayırlara vesile ola.

26 Temmuz 2009 Pazar

in synergy we trust

hayatımda tanrı olmasa sinerjiye inanırdım heralde. çünkü şuan annemin ayak parmakçığı kırık olduğu için bütün ev yatışta sayın seyirciler. yani ayıp yazık vs. di mi. kadın yatıyor bari kalk sen bişeylere el at. ama yok bütün ahali miskinlikte, yine bütün işler düşmüş nil kızın başına.

şöyle bir durum var, neymiş efenm sabancı 2. kez arayıp bursunu arttırdık esra nolur gel dediği için ben de çok istediğim için annem allem kallem vs. edip gönderecekmiş beni. yani ebeveynlik böle bişi galiba, kadın işi gücü bırakıp bütün sene bana çalışacakmış. düşünüyorum taşınıyorum bi türlü sevinemiyorum. çünkü içime sinmiyor. zaten okumak, üniversiteye gitmek, yurtdışına gitmek vs. bunların hepsi birer özgürleşme sürecinin parçalarıyken hoop en başa dön. annene fındık kadar çocukken -ki ben hiç fındık kadar olmadım hep eşek kadardım- açlıktan sütüne muhtaç olduğun kadar muhtaç ol. hayır kabul edemicem galiba.

yani benim etiketteki fiyata bile bakmayan alışveriş için dolaşmayı sevmeyip, bildiği kaliteli dükkanlardan beğendiğini alıp çıkan babam bugün elini calgonit'in olduğu rafa değil onun bir altına uzatıp kipa marka bulaşık tuz alıyorsa kusura bakma anne ben de gidip sabancı'da son model hayatımı senin biriktirdiğin parayla yaşayamam. yani bir eğitim buna değer mi, bu kadar eder mi, etmeli mi bilmiyorum. olursa tabiki güzel olur seneye bu zamanlar 23 yaşında MSc diplomalı bir türk kızı olurum ama, so what, ya sonra.

yok ben bu kadar gerilime gelemiycim, gider viyanada okurum. inan daha ucuza gelir...
varan'ın da dediği gibi: inidirim başka ucuzluk başka. benim hayatımın indirim dönemi bitti. artık bursum yok, ha var ama kullanıma müsait değil, tübitak onu alıp dürüp büküp.... anlarsın işte, onun için vermiş bana. artık ucuzluk dönemine geldim.

işte sevgili para, hayatımda böyle bir etkiye sahipsin şu sıralar. koskoca amerika boşuna senin üstüne basmıyor "in god we trust" diye, anlarsın ya ;|

yani bilmiyorum, şimdi otursam gmat çalışsam ya da toefl. değişir mi ki? ne değişir ya da. ah hayat bokum gibisin böcekli bok.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Tell me why can't it be true

dibidik dibidik

gideceği yönü bilmeyen gemiye hiç bir rüzgarın kâr etmeyeceği gibi vizyonu olmayan bir ailenin de parçalanmaya mahkum olduğunu fikir buyururum, ve bu iğrenç bozuk cümlemle hâlâ izlemekteyse 3.tekil şahsı kederden kedere savururum.

sevgili günlük,
şu sıralar ehliyet kursuna gidiyorum, akşamları 6-9 arası. kurstaki kızlar ilk günden tespiti yapmış sen buralı değilsin dediler, aa neden acaba nasıl anladınız çok şaşırdım diyecektim ki demedim, nitekim buralı değilim :]

ne oldurur ne öldürür dedikleri hâller var ya, onlar içindeyim. ne ileri ne geri, standby.

bügun dünya için ne yaptın dersen, daha yeni uyandım. ama dün toplu taşıma dahil fosil yakıt tüketen araç kullanmadım, az yemek yiyerek dünya kaynakları tüketimimi kısıtladım, bi kaç saat fazla uyuyarak CO2 salınımı'mı düşürdüm, küresel ısınma benim sayemde bir nebze yavaşladı, hatta tam duracaktı ki ben uyandım, o derece :] sonra duş almadım el yüz yıkama ile idare ettim, böylece sular kirlenmedi. yani sonuçta yaşamaktan daha mutlu olduğum günler gelecek ve ben dünyayı o günlere saklamak istiyorum, şimdi haybeye tüketmek değil.

alice hanım'a bilerek yazı yazmıyorum, çünkü kişiliğimin o yanı da sekteye uğramış durumda. ama neşe küpü hep benim, hep ben'im ...

bak sevgili günlük ben dans eden, koşan yüzen, ispanyolca ve ingilizce derslere giren, ders veren, ütüyle yemek pişiren, milyon çeşit salata servis edebilen, insanlara gittiğimiz mekanı benim babamınmış gibi hissettiren, elde yıkadığı çamaşırları klimayla pencere kolu arasına gerdiği ipe seren bi kızdım. beni bana unutturma.
*cherry blossom girl

20 Temmuz 2009 Pazartesi

sükut-u defin

sadece insanın çok sevdiği birini bir daha göremeyecek olmasının,
ya şöyle yapsaydım pişmanlığını yaşamasının ne demek olduğunu öğrendim.
cansız bedenle yanyana yatmak nasıl bir hismiş,
ne kadar soğuk edermiş en sıcak temmuz gecesini bunu gördüm ben.
en zoru da içimde cenazesi kalkarken, bedeninin hâlâ nefes aldığını bilmekti.
zordu, bitmedi...
ama gün gelecek...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

MiF

emre günlerdir cem karaca dinleyip duruyor, "işçisin sen işçi kaal" diye diye... meğer dünya bana gelin anlaması kız söylemesi muhabbeti yapıyomuş da haberim yokmuş.

etin ne butun ne güzelim senin? sen ne biriktirdin ki gidip türkiyenin en güzel üniversitelerine başvuruyorsun? "kabul alacağına kuşku yoktu zaten" sözü sadece komik geliyor; vardı çünkü, adam sadece 16 kişi alıyor...

hayır efendim oturup bi sene evde tekrar sınavlara girip sonra bir daha başvurmak filan istemiyorum. nitekim kabul edildim, sadece bursumu kullanamıyorum, hayır bu daha da komiktir ki bursum var ama kullanamıyorum.

bunlar sinem'in demesiyle "deli saçmasından ibarettir". buradaki saçma o küçük metal bilyeler mi yoksa saçmalık mı o tartışılır ama benim açımdan gel blibli diyen köylü genç kızın elindeki buğdayları tavuklara atışındaki "saçma"dır.

yatağımı toplamadan kalkıyor, makyajımı silmeden yatıyorum... ve insanların anlamasını beklemiyorum, ne de olsa ben de o kadar iyi anlamıyorum, sadece kabul edelim olsun bitsin.

12 Temmuz 2009 Pazar

uzun aralar

en son kepten önce yazmışım. şimdi tarihe küçük notlar düşelim dee, bugünler tarihin tozlu devrelerine gömülüp gitmesin.

olaylar şöyle gelişti: 30 haziran günü uyandım alışverişe gittim geldim, biraz güneşlendim biraz yüzdüm sonra toparlanıp çıktım. saati 4 edene kadar ne çektim anlatamam :) sonra zaten çook hızlı geçti zaman o ayrı. cansu'dan derece öğrencilerinin ailesi için protokolde sınırsız yer ayrıldığını öğrenince bi sonraki mezuniyette ne yapip edip birinci olmayı kafaya koymuştum ki sahneden inip de babamları bıraktığım yerde bulamayınca vazgeçtim. hayır yani sevgili babacım, kaç mezuniyet gördün acaba? kardeşlerininkine mi gittin yeğenlerininkine mi torunlarınkine mi? yani bu sülelede ilk mezun benim afedersin. az daha oturup beklemeliydin bence. nitekim ne cüppemle ne diplomamla ne de ailemle bi fotoğrafım yok, tebrik ederim... aslında bu konudaki hassasiyetim geçti çoktan ama dedim ya unutmayalım diye not düşüyorum buraya.
sonra efenm ben kep atamadım, elimden düşüverdi çünkü :)

çeşme gündüz tekneyle koyları gezmek, kumlu denizde yüzmek, gece de ılıca'da yemek yiyip ayayorgide club'a gitmek için süper ama ben alaçatı'nın o bembeyaz dar sokağında nemli saçları, hafif yanık tenleri, mis kokan parfümleriyle salınan insanların arasında aheste aheste dolaşmaktan daha mutlu olduğumu söylemeliyim. birgün alaçatı geceleri için döneceğim.

bu arda o kadar çok yolculuk ettim ki, yol kusmak üzereyim artık, en son istanbuldan da döndüğüm de 3 günü tek gün sanarak yaşadım, o derece.

sabancıyı çok sevdim, hocaların cv'lerine bakınca ağzı açık kalıyor insanın hele o kadar alçakgönüllü ve samimi karşılandıktan sonra...

ey gmat, hayatımda hiçbirşey karşıma senin kadar çok "ama" olarak çıkmadı. diğer herşey "ok" bi sen "ama". benden de sana bir "ama" gelsin öleyse:
"sen beni bu kadar üzdün ama, sooner or later you'll pay back..."

biraz da geyik: tarot destesi aldım kendime efenm. bi o'num eksik kalmıştı şimdi tamam oldu, iyi de bakıyorum ha tutuyo açtığım kartlar ona göre :]

son olarak... bundan sonra birilerini sevmeye vaktim olacağını sanmıyorum....

hoşçakal.

30 Haziran 2009 Salı

kısa kısa

*sabancıya başvurdum, onlar da almazsa kimse almasın.
*ilk yakın arkadaş düğünüme gittim, la mer konseptli,kırda, perimasalımsı güzel bişiydi, tavsiye edilir. yalnız topuklar sürekli çime gömülüyor ende sölemesi :D
* yarın kep atıyorum, cüppem şuan yanımda ama daha giyip denemedim bile. enteresan. karşılıklı bakıştık sadece:)
* diplomayı da alınca hakkaten bitiyor galiba herşey, yine de bunun hüznüne kaptırıp, kendimi üzmiyeceğim çünkü yarın sabah uyanana kadar hiçbişi bitmiş olmayacak.
*çeşme! biz geliyoruz şekerim, bekle ;)
* ha bi de artık karnımda kelebekler pır pır etmiyor, iyi halt ettiniz, duygusuzluğu bu kadar erken öğrettiniz, babamla oturmak gibi bir his sadece.
* artık onun tarafında anlaşılacağımı düşünmekten vazgeçtim, sadece daha basite indirgeyip olayları, he diyip geçerken "belki olur ya onu ben anlarım" deyişimin haklı çıkacağı günü bekleyeceğim.
bebek! :P

24 Haziran 2009 Çarşamba

senden öğrendim

hayat, bazen mânâsız geliyor ya, ne uyanası geliyor insanın ne de aynaya bakıp saçını tarayası. elimi uzattığımda boşluğa, sadece boşluğa uzatmış oluyorum, parmağımın ucuna değmiyor hiçbirşey... TtS olmuyor.
geç kalkınca gün çoktan tükenmiş oluyor, zaten olmayan o "yapasım" hiç gelmiyor. masa başına geçip sanal dünyama bağlanmak hiç gerçek gelmiyor: başka ekran başka klavye, benim değil bu dünya, bu baktığım "pencere" başkasının "penceresi".
10 metre mesafemde mutfak olması benim için bir şey ifade etmiyor, arada soğuk su almaya gitmek için güzel ama içimdeki o engin yemek aşkı fitili kupkuru duruyor, hal böyle olunca da ocağın altını kuru bir makarna suyundan başka birşey için yakmıyor bu eller.
valizler hâlâ odanın bir köşesinde, eşyalarım nerede bilmiyorum, dolap yok düzen yok, üstten bulduğunu giymeye devam.
ben hayatıma bir mânâ aramaya devam ededurayım, sen de daha iyi bir yer olmaya çalış e mi dünya. etrafta onca küçük umut var senin güzel günler göstermeni bekleyen, küçük çocuklar var heryerde ve onların akıl almaz güzellikte hayalleri; biraz daha merhametli davran o hayallere bak gör gerçekten çok daha güzel olacaksın...

15 Haziran 2009 Pazartesi

where only we know*

sevgili çaba,
bu yazıyı senin evinden, senin bilgisayarından yazıyorum...
ne kadar garip değil mi :)
çok üşüyorum balkonda ama esen soğuk rüzgarlar o kadar güzel kokuyor ki, körfezin ışıkları o kadar pırıl pırıl ki, sen orda PES oynarken, sırtımda hırkan oturup senin ödevini yapmaktan kendimi geri alamıyorum...

sevgili geowyns,
dışım üşürken, dinlediğim müziklerinle içimi ısıtıyorsun, bir de bugün yapmış olduğun todo list'inle.. telefonda gelen ses de biraz neşe eksikti sanki, ama umuyorum ben yanıldım çünkü ne kadar uzakta olursak olalım aslında birarada olduğumuzu bilmekten ötürü ben mutluyum...

ben küçük şeylerle mutlu, umutlu küçük kız, size ılıcalardan körfeze karşı bildirdim son kez...

yaşadığım hergün karşı konulamayacak kadar güzel birer gün...

bu arada yeni bir çift pabuç daha aldım... yine topuklu! viva "ladies on the heels"
*keane

13 Haziran 2009 Cumartesi

bu bir veda mıdır sana?

öyle olmasa? olmaz mı... hani gerçek hayat şimdi başlıyor ya, herşey asıl şimdi gerçekten başlasa olmaz mı, ben tutamıyorum gözyaşlarımı içimde.

ne kadar güzel, o kadar zor... aslında buraya milyonlarca satır yazıp anlatmam lazım, sabahlara kadar oturup konuşmam lazım herşeyin tam olması için ama hepsi benim içimde kalıyor şimdi çıkaramıyorum, ölüp gitsem toprağa gömülse hepsi, inan çok yazık olacak çünkü içimdekiler o kadar güzel ki...

hayallerimin efendisi'yim galiba bugün, sadece hayel etmekteyim, sonra da onları efendi efendi izlemekte... oscarlık performans sergilemek değil benim asıl istediğim, hollywood yapımı olmasın lütfen benim hayatım, tiyatro olsun varsın bütçesi düşük, seyircisi az, saati absürt bir saat olsun gelmek istemesin herkes ama gerçek olsun; samimi, sıcak, iç içe, göz göze...

kahretsin ki gitmek hiç de o kadar kolay değil hiçbir zaman, gideni uğurlamak arkada birini bırakmaktan inan daha az acıtıyor insanın canını...

Ey daha çoook olan göreceğim o güzel günler! umarım bütün bunlara değersiniz çünkü sizi görmek uğruna siz hiç bilmeseniz de ben neleri neleri arkamda bırakıyorum... ölmek kadar doğal gerekli ve seçeneksiz bir şekilde...

...belki hiç sölemedim ama... ben hepinizi çok sevdim!

okulum!: seni çok sevdim, herkes sana gıcık kaptı, herşeyine bir kulp taktı, ben de çok kızdım sana yeri geldi belalar okudum "bok" dedim "böcekli bok", ama ben çok mutluydum senin içinde, sen benim dünyamdın, sabah erken uykusuz gözlerim akarken, akşam yorgunluktan ölmüş, suratım düşmüş hâlâ ders dinlerken, akşam 10larda pazar sabahları 8.30 sınavlara girerken, o sınavlardan çıkıp yapamadım o soruları kahretsin derken bile mutluydum ben senle.

izmir!: deniz kokan yârimdin, güneşi kocaman turuncu doğan... baharlarda hep mahvettin beni, ilk baharda alerjilerimi azdırdın, beni ilaçlara muhtaç bıraktın yaşamak için. son baharlarda iliklerime kadar ıslattın, ama seni izmir yapan da buydu ya hem güzel hem hırçın'dın. trafiğinle çok yordun beni ve o gelmeyen eski dökük 169larınla, bozuk kaldırımlarınla ve bir zamanlar körfez kokularınla... ama martıların vardı senin, sabah 7.20 vapurların, kendimi başka başka diyarlarda hissettiren yalnız yürüdüğüm sahillerin... gevrek dediğin simitlerin, kaynana sopası dediğin gevreklerin vardı, bir de atıp duran asfalyaların... ama hep yeşildin, hep iyot koktun, viyanada bile burnumda tüttü o kokun, gülen sıcak yüzün.

çaba!: ben çok sevdim seni, hiç anlamadığım bir şekilde yer ettin içime. ben hep anlamaya çalıştım seni, senden en çok nefret ettiğimde bile toz konduramadım, yapamadım. hep güçlü oldum sana karşı çünkü bu bir güç savaşıydı, umursamaz göründüm ama her detayına kadar umursadım, kızdım, kıskandım, paylaşamadım, bıraktım, vazgeçtim, tekrar istedim, sevdim, özledim, kinlendim, nefret bile ettim, inat ettim, kırdım , yıprattım bilerek ya da bilmeyerek.. bazen oynadım bazen kendimin bile şaşacağı kadar kendim oldum, bütün maskelerimi kılıflarımı kaldırıp atıp bir kenera... en büyük mutluluklkarı da en büyük hüzünleri de sen yaşattın bana, bi çok hissi ilk defa tattım senle ama sen bunları hiç anlamadın, hiç görmedin, hiç bilmedin... düşüp dizini sıyırmış etrafında tutup kaldıran kimse bulamayınca oturup kendi kendine acısını emen küçük bir çocuktum ben sana geldiğimde yüzümde olgun insan maskesiyle... belki de bunun için oldu herşey. belki zaman, belki mekan, belki de ben yanlıştım, ama yanlış bir tekti, doğrular birçok...

tunca!: sen benim izmirdeki kardeşimdin, hep çok özeldin hep öyle kalacaksın, nasıl böyle olduk sorsalar anlatamam ama seni kırıp üstüne gülüşlerim bile sanma ki içimi acıtmaz, ben böyleyim be güzelim, anlatmaya gerek yok kendimi sana, seni sana, beni bana... diğer hepsi biryana sen biryana bu okulda... çünkü o en dipte olduğum günlerde bile sen çektin hep beni yukarı sen bunu bilmesen de... sana veda etmiyorum bugün burada, çünkü böle birşeyin olacağına inanmıyorum hiçbirzaman. sen nereye ben oraya... lütfen mantıklı kararlar ver, sürükleme beni peşinden oraya buraya :D

işte böyle neşe küpüm, bugün 12 haziran, 2009, cuma... bir devir bitiyor, yenisi...?...

11 Haziran 2009 Perşembe

adío querida

son 1 gün...

9 Haziran 2009 Salı

esra the 2 metre

canım sıkılıyor, zaman geçsin istemek mânâsız çünkü şu kalan azıcık zaman ömrümden ömür götürüyor, sadece keşke zaman dursa ve geri gitse, herşey uykusuz hergece proje yapmak olsa, böcek soksa, acildeki doktorlar gelip tekrar tekrar bi böceğe bi bana baksa, "ah küçük kız" dese içinden hepsi, hem ders hem sınav olsa ben yetişemesem, ve bir sebebim olsa dersim vardı ondan diyebilsem vs.
aslında dün itibariyle geleceğimi ciddi ölçüde etkileyeceğine inandığım sınavlar bütününü çook ama çok gerimde bırakmış olsam da yine de önümde beni bekleyen, 2 si yarın olmak üzere 3 ödev teslimi, 1 proje sunumu ve 2 sınav var. her ne kadar onlara karşı hissim "none of my business" tadında olsa da "not who but esra cares" durumu mevcut yine üstümde. ama gel gör ki bu hissi bu sefer nbu hissin ne kadar tarif edilemez olduğunu bile tarif edemicem, öle böle değil, çok feci.

mezun olmakla ilgili üstümde ki genel sıkıntının sebebi, en iyi yaptığım işi yapmamın artık benden beklenen birşey değil de benim keyfi kederime kalacak olması olabilir diye düşünüyorum.

üzgün olduğum bir konu var ki eklemeden geçemeeceğim, ben hâlâ insanları anlamıyorum, yani yazık günah değil mi bunca yaşanmışlığa, çalışılıp öğrenilmişliğe, ha? burda bahsi geçen anlamamak sadece insani ilişkiler değil aynı zamanda akademik bağlamda da alınmalı, yani ben en iyisi olarak başladığım şu bölümü bitirirken, en iyisi olduğum dersin(ki kendisi policy olur) final sınavına 3 gün çalışmış, notlarım kitleler tarafından hatmedilmiş, sabahlara kadar konuları diğer insanlara anlatmış biri olarak, o final kağıdına bakıp da, "acaba bunu mu demek istiyor" diye terettüt ettiğim an "boşuna mezun oluyorum" dedim. 
belki de hiçbir zaman herşey yeterince iyi olmayacak.

bunlar "cons" du, şimdi de biraz "pros"a bakalım.

mesela şu an ayağımda, yatarken komidinimin üstünde yatağımın başucunda olacak bir çift lacivert pabucum var artık. topluma verebileceğim rahatsızlığı düşünmedim değil topukları yüzünden ama düşünüp taşınınca sonunda yine aynı sonuca vardım: madem bu adamlar bu numaraları böyle topuklu üretiyor, bana da alıp giymek farzdır. çok zaruri durumlar için bir çift de kırmızı düz tabanını sipariş ettim gelecek, endişeye gerek yok.

acı gerçeği söliyorum benm de göbeğim var! ama biz böyle mutluyuz :)

yarın neredeyse yılı bulmuş süründürerek süren çilemin kısmetse finalini yapıyoruz ve kanal tedavimi bitiriyoruz. herşeyi biliyosun, her konu da beyan edecek bi fikrin var ama bi şu dişlerinin derdi ne bulamadın dediğinizi duyar gibiyim, ama yanıldınız onu da buldum: "RMD" (repetetive motion disorder) efenm bunu da hrm çalışırken keşfettim, yapılan işe bağlı olarak ofislerde insanların yaşadığı rahatsızlıklara verilen genel isimmiş, bilgisayarcıların bileklerinin rahatsızlanması vs gibi. ben de "live to eat" motto'suna sahip bir birey olarak yemek yemeyi iş hâline getirdiğimden böyle bir sorunla karşı karşıyayım, tamamen profosyonel benim bu diş derdi yani.

sanırım bu kadar geyik size yetmiştir, hadi şimdi hepiniz işinizin başına! hiç inkar etmeyin biliyorum, yapılacak onca iş beklerken oturmuş blog okuyorsunuz!
öperim sizi
imza:
esra the 2 metre :) 

4 Haziran 2009 Perşembe

why does my heart...

...not feel so bad, but also not so perfect. For the very first time I really and completely sent an application and at the very moment I realized that I don't wanna do that. Anyway, su akacak yolunu bulacak, bulunduğu yerde durup esra birgün geriye bakacak, hatırlayıp susacak ve tebessüm yine en olmadık yerde heryerini kaplayacak...

5 sene bitmişken hâlâ şüphe varsa içimde, kitaplar yersiz yerinde, eli belinde...
 

1 Haziran 2009 Pazartesi

kız sus tut at, içine içine

yazasım varken zaman yoktu, zaman geldi buralara yazasım kaçtı gitti biyerlere.  projeler için o kadar çok okuyup o kadar çok yazıp çizdim ki, neşeküpüne takatim kalmadı heralde :)
bir çağa yakışır bir final oluyor son günler, uykusuz hergece, koşuşturmaca stress vs. tam esralara lâyık haliyle :)

gitmeden, veda etmeden varsa sorup da öğrenmek, diyip de kurtulmak istediğin kelimeler aklının bir köşesini meskan tutan, sal gitsin dedim, dökülsün ortaya.  susma ıssız gece gibi, tutma içinde; allahın bildiğini gerek yok kuldan saklamaya...
ama attın sen içine içine, söylene söylene kendine, sadece bir çift kelime döküldü, içine attıklarının tam aksine.

yazmayarak anlatıyorum bundan ötesini, aynen bazen susarak konuştuğum gibi.
herşey normal.

24 Mayıs 2009 Pazar

saye ile rağmen

bazen sayesindedir bir şey, ya da ona rağmendir herşey. 
saye'ler, kıymeti bilinesilerdir, değerleri anlaşılmadan hayatımızdan geçip gidenlerdir, halbuki hatırlanmayı en çok onlar hakeder.
ama rağmen'ler daha çok iz bırakır, daha çok hatırlanır. çünkü saye'ler gibi kolay ve az bulunur değildir rağmen'ler, hep buradadır, her an karşındadır.

ve bazı şeyler vardır ki, işte onları ayırt edemezsin. hem onların sayesinde hem de onlara rağmendir.  

sen de böylesin, hem senin sayende hem de sana rağmen.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

annem sen bunu okuma

okursan da oturup ağlama...
saldığımda göğsümün altına gelen saçlarım vardı ya, artık omzumun üstüne geliyorlar. şimdiden özledim ben o uzun saçlarımı; okşanası güzel uzun saçlarımı... ama fazla geliyorlardı artık; keyfi, çektirdiği çilesine değmiyordu, ben de gerekeni yaptım çok düşünmeden gittim kestirdim.
ve daha şimdiden çok özledim. ne olacak kökü bende yine uzayacak değil mi.. evet ama zamanla, belki ben buradan çok uzaklarda ya da ben hâlâ buralardayken.

aslında mesele saç değil. başka şeyleri de ben kestirdim attım, faydadan çok zarardı, mutlu ettiğinden daha güçlü mahvediyordu beni, içimi. ama şimdiden özledim... ne olacak sevginin kaynağı bende yüreğimde değil mi, ama ben tekrar böyle uzun uzun olduğumda, gönlüm böyle uzun uzun sevdiğinde, artık üstünden çok geçmiş olacak, ne ben bu esra olacağım, ne de dünya bu dünya...

ortaçgil - light

kanatları var bağrında, sırtında çanta yanında baytar mlb ile yollarda

baytar kardeşim, gençlik ve spor bayramı kutlamaları kapsamında izmirdeydi bu uzun haftasonu. kendisiyle kâh eğlenip güldük, kâh yorgunluktan süründük, ama mâlum olduğu üzre kendisi yurduna geri döndü bu akşam. onunla dolaşmak, sırtımda çanta, ayağımda beyaz nike'lar(o beyaz nike'lar ki avrupa'yı gördü) bana başka bir izmir hissi yaşattı. çünkü geçirdiğim zaman benim günlük izmirimin değil, başka bir esranın kardeşiyle turistlik ettiği bir şehrin zamanı gibi geldi. 

arkadaşlarını bu kadar düşünmesine kızdım biraz içimden ama o da geçti. şimdi geriye tatlı bir yorgunluk ve yatağıma kavuşmuş olmanın verdiği mutluluk kaldı. her seyahatte olduğu gibi hem kendimi hem de beraberimdekileri bir kez daha baştan tanıdım. mesela esra gerçekten de yerini yadırgayan biriymiş, annesigil misafirlikten erken kalkası bir çocukmuş, uykusu gelince kendi yatağı olmazsa huzursuzluk çıkarır, mızmız olurmuş...

okulun bitmesine 10 gün mü ne kaldı, o kadar az ki saymak dahi istemiyorum, çünkü bitmesin, hem burayı çok sevdiğim için, hem de biten her dönem ardından finalleri getirdiği için...
yarın muhtemelen kalmak üzere olduğum db dersi var, proje de yok daha ortada ama hiç gidesim yok sabahın o vaktinde o sıcak ıkış tıkış sınıfa, en iyisi mi ben gidip bi saçlarımı kestireyim, o kadar uzamışlar ki nereme koyacağımı bulamıyorum sıcaklayınca. ha bu arada birden çok ısındı ya bu hava gıcıklar oldum ben ya!

kardeşimle dövme yaptırdık, benimki bağrımda, perikızcığı, bele ince uzun bacakları, koccaman kanatları var. emre kartallar logosunu yaptırdı. amerikan futbolu takımlarına bağlılığını gösterdi aklınca, dedim olm daha kaç takımın olur, neymiş efenm ilk göz ağrısıymış, hem belki mezun olunca bi daha oynamazmış.

wolverine'i izledik, fena değildi ama çok da görsellik şöleni gibi geçmedi, bi de makinenin ampülü patladı en heycanlı yerinde mola vermek zorunda kaldık seyrimize ama bi an vardı ki --burası SpoileR!-- o herifin wolverine'in kafasına kurşun sıktığı hafızasını kaybetsin diye, sonra yere serilince bitane daha sıktığı sırf adinin teki olduğundan,--SpoileR bitti :)-- işte o an salonun en arkasından fırlasam da benim de ellerimden bıcaklar çıksai deşsem keşke o herifi dedim, boğazıma su kaçmış, nezle olmuşum gibi bi his saplandı, ama allahtan geçti :) bu arada benim sefkili balık terbiyecisi'mle ilk sinemammış bu senelerdir. yok artık dedim ama çok deşmedim, gitmişizdir ya, di mi?

bu post çok dağınık oldu ama dur dur bişi daha dicem : ben varyaa, havuza gittimm, çam ormanlarıyla kaplı vadinin eteğinde kocamaan olimpik havuz manzarası eşliğinde, ısıtılmış havuzda yüzüp termal jakuzide masaj yaptırdım kendime, yaaa :) hani bu da bana kısmet sana nispet heheh :))  

en iyisi mi ben hasret gidereyim ev kokan yorganımla, ne de olsa ev, benim "benim" dediğim yerdir.

kin-der-surprise

hiç beklemediğin bir anda, hiç ummadığın bir yerde görmek; görüp de gülümseyememektir.
içimde yükselen şeyden öyle bir korktum ki, bi kaç dakika kendime gelemedim galiba, çünkü sesler, görüntüler, izler etrafımdan kayıp giderken fütursuzca, ben sadece gözlerimden kopan delici bakışta kaldım, o anda kaldım, kitlendim, galiba ben bir zamanlar çok fazla kinlendim.
16 mayıs, 2ooo kaçtayız?  

14 Mayıs 2009 Perşembe

rise of the fallen

ben demiştim sevgili döküm kaynakçısı, insan kaynakları hocam; rise of the fallen gibi bir bölüm çekicem sana demiştim, bak daha bu fragman ;)

12 Mayıs 2009 Salı

ufacık tefecik içi dolu neşecik

şu an mutluluktan yanaklarıma al basıyor :)
 "Maaşallah" diyiniz lütfen, kem gözlerinizden, zehir sözlerinizden sakınınız çünkü az önce test edilip onaylandı ki, the god that I trust, benim yüzümü kara çıkarmıyor.  "O" da beni mi çok seviyor ne, (e tabi sevgi saygı ve güven hep karşılıklı) bana böyle güzellikler sunuyor.

efenm iki gündür sansüre sansür hareketi kapsamında bir hayli kafa yormakta, interaktif iletişimden harap ve bitap düşmüş bulunmaktayım. yaptığım işlerin,(bkz1, bkz2, hatta bkz3) ki bence bu benim sanatım sayılabilir, etrafta hiç ummadığım yerlerde karşıma çıkması inanılmaz mutlu ediyor beni, bu da al basmasının ikinci sebebi.

gösteri dünyasına attığımız başarılı adımın ardından, yoğun çalışma tempomuza bir dur dedik ve prova almadan geçen şu iki akşam bana bir hayli garip geldi, resmen yorulacak birşey yoktu. ben de döktüm bütün dolabı domestos, ariel ve yumoş sponsorluğunda çay başına inmiş köylü güzeli bölümünü çektim odamın banyosunda, sitkom tadındaki yurt hayatıma.

bugün hayatımın akademi efsanelerinden biri olan sui ile (ki bu ekşideki nicki hadi benden bilmeyenlere kıyak olsun) son dersime girdim, akademik kariyerden konuştuk, heran doğurabileceği için okul artık daha fazla çalışmasına müsade etmiyormuş. hiç aklıma gelmezdi ama ders bittiğinde sınıftan çıkarken sarılıp ağlayasım geldi, sanki bir daha hiç göremiyecekmişim gibi, o çocuk doğuracak ben mezun olacak, bu ikili bir daha buluşamayacak gibi...  

ha bir de bu arada dişimi kanallarını açtık bugün, sinirlerini tek tek söküp aldık olduğu yerden, yeni dişhekimim çoşkun bey işin teknik kısmıyla uğraşırken ben de acıdan kıvranma görevini üstlendim, ortaya koyduğumuz mükemmel takım çalışmasının bir ürünü olan sancı şuan çenemde mevcut durumda. umarım çok kalmaz, biran önce çeker gider, ama gitmezse de o kadar önemli değil, ne de olsa öldürmüyorsa güçlendiriyor... ne demişler: dişe gelen çekilir :D 

öpüyorum sizi, esen kalın :) :)

11 Mayıs 2009 Pazartesi

gün gelecek

herşey geçecek,  ya da herşey bitecek... 

heyecanı bunun bambaşkaydı. istedim ve de yuttum o tozu, sahnedeydim artık.

ben bugün bunu gördüm: gmat insanın biryerlerine kaçarmış. ha o 720'i alacak mıyım? onu zamanı gelince göreceğiz.

hayatı konuştuk özgeyle bugün, işleri, dertleri, güçleri, sınavları, stresleri, ilişkileri... anınca beraber geçirdiğimiz günleri, insanın hiç mi hiç gidesi gelmiyor bir yerlere, yapışıp kalası geliyor olduğu yere şu memlekete, ama ne zaman ki attım ben adımımı kapımdan içeri, gördüm bazı şeyler artık gerçekten baymış beni. ben muhabbetin neşenin ama en önemlisi pozitif enerjinin bol olduğu ortamları ne kadar seviyorsam, bir o kadar da kendi kişisel alanıma muhtacım kimselerin karışmadığı, el dahi sürmediği.

hayat belli bir noktaya geldikten sonra, başladığın yere dönmek söz konusu olunca pek bir korkutuyor insanın gözünü...belki de dönülmez bir noktaya gelmekten daha iyidir ama bunca zaman kendi yolunda gidip de, artık misafir gibi hissetiğim eve dönmek zor geliyor bana, sonuçta iç işlerinde bağımsız ama dış işlerde anlaşma ve yasalara tabi küçük bir eyaletim orada, burada başlı başına hükmünü süren bir devletken...

8 Mayıs 2009 Cuma

en güzel yorgunluk,mutlu yorgunluk :)

uzun zaman sonra, ki en son ne zaman bu şekilde yorulmuştum hatırlamıyorum, eğlenmekten yorgunum ve isyan eden bedenim zihnime hiç bir acı hissettiremiyor.

bu haftaki 7. "neden manken değilsin ki sen, senden negzel manken olur ki" tepkisinden sonra yok artık dedim, bu kadar da olmaz, heralde bu bana ilahi bir mesaj, ve bugün itibariyle BED'imi bıraktım, umarım işe yarar.

aslında o kadar çok şey düşündüm hissetim ve yaşadım ki çok yazasım var ama uyumak, sarılıp yastıklarıma mis gibi uyumak, çok daha çekici geliyor şimdi.

kısa kısa: money supply, bu ödeve ne biçsek, şenlik mi o da ne, tırt, kolbastı sahneyi gençler bastı, database, final countdown, bahar geldi hoş geldi bahçeme benim kiraz geldi, kartpostal, kostüm saç baş, kaç kişiyiz, roka salatası berbat, sütlü sinirli kinderbueno, mis gibi deniz, çığlık at!, hindistan cevizli vişnesuyu, birdirbir, 10 kat top, burası benim ben varedenim, vazgeçme yaparsın, herşeyin bir sebebi var, ve sahne bizim...
yarın görüşürüz, iyi geceler ;)

3 Mayıs 2009 Pazar

kayıp zaman

dişim hâlâ ağrımakta, son derece parlak bulduğum serum bağlatıp voltareni damardan alma fikri baytar hekim kardeşim tarafından "saçma" bulunduğu için yapamıyorum, negzel olcaktı, sürekli bir ağrı kesici akışı damarlara ohh nasıl ferahlar insan kimbilir...
şimdi bu benim dişimin dolgusunun çıkarılıp altı temizlenip, ilaç konulmuş, üstüne 2 gündür antibiyotik içilmiş, forte*forte kere ağrı kesici yutulmuş bi de voltaren vurulmuş haliyse, kimbilir tedavisiz nasıl yaşardı insan...

bu sebepten şu son 4 günü ömrümün en büyük kayıp zamanlarından ilan ediyorum ve şampiyonluk maçında gole giden son adamken, taraftarlar yaktıkları meşaleleri sahaya attıkları için durdurulan bir maçta gibi hissediyorum kendimi, sonuç ne olursa olsun, keyifsiz ve boşa geçen kayıp zamanlar bunlar...

şimdi karanfil yağı aramaya çıkıyorum... işimiz ediyle büdüye kaldı artık...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

ben bütün bunları aslında yaşamıyorum

bütün bunlar kötü bir rüya ve ben 10 gün içinde uyanicam,hepsi bitmiş olacak, evet kesin, ben bütün bunları yaşamıyorum...

isim veriyorum: dentist halil cenk altinöz! mahvettin sen beni, allah tependen baksın, e mi. sızlıyor o dişim dedim baktın yok bişi dedin, ulan göremedin madem bi film daha çektir, nooldu şimdi, meğer 2 taraflı çürükmüş, hatta biri apse yaptı, çözüm kanal tedavisi... diğer kırıp da üstüne kanal tedavisi yaptığın, şimdide altında kist oluşup kemiğimi eritmeye başlayan dişimden hiç bahsetmiyorum, şu genç yaşımda 2 dişimden ettin beni, vicdanınla başbaşa bırakıyorum seni... 


1 Mayıs 2009 Cuma

what happened to you?

bilmem pms yine galiba...

s.ksinler böle pms'yi.

:D

28 Nisan 2009 Salı

Ms McFly

hanginize bilmiyorum ama galiba ben birinize büyük bir tepki veriyorum çünkü an itibariyle binge eating disorder altında yazan tanımların 20'sinden 19'una (çünkü intahar etmeyi hiiiç düşünmüyorum, kendi canımdan daha değerli birşey olamaz) uyduğumu keşfettim, türkçesi ne mi?:
tepkisel aşırı yeme bozukluğu ...
şu an takribi 5 aylık gibi duran bir foodbaby'im var, biz(me&myself) kendisine kısaca jesus the second dioruz :) tabii "hâl böleyken telefunken" diyecek halim olmadığına göre hâl böleyken, koşu yolları taştan olur bana; sabah erken kalkıp koşma alışkanlığıma geri dönicem, onçüüün lütfen gece ses yapmayın, efenime söliyim bi işiniz varsa erken arayın, beni baştan çıkartmayın vs. yoksa imanıma indirirm bütün şalterleri hepiniz aç biraç elektriksiz, internetsiz kalır mutsuz mutsuz yatağa yol alırsınız, "demedi" denmesin sonra arkamdan.

şaka maka nisan da bitti, istanbula filan da gitmemiş olsam bi b.ka benzediği yoktu bu nisanın, hani nisanlar pek bi süper düper aydı, atraksiyonu, neşesi, yeniliği filan bol olurdu ama ay biterken ben "way anasına bea ne aydı" demediğime göre bu sefer böyle. ha tabi daha 2 gün var heran herşey olabilir, olmayadabilir, bekleyip görelim derdim ama ben beklemicem.

öss filan negzel bir dertmiş, öyle ya, değerini bilememişiz. ama dert de yanmicam artık, yok benim hiç derdim, sizinkilerin yanında benimkiler pire'de deve kalır(!?) ya o bakımdan. 

!dünyanın geldiği hâle bi de bakın hele, insanoğlu dert yarıştırır olmuş birbiriyle..!

aitsizlik hissinin sözlükte karşılığı varsa, hangi dilde olursa olsun, kabulümdür, biri açıklasın bana, çünkü ben zaman çizgisinin üstünde durduğum şu noktasında kendimi hiçbir yere ve hiçbir şeye ait hissetmiyorum, tek emin olduğum şey "evim"in benim kendimin durduğu yer olduğudur, sanki ben benden öte birşeymişim de evim barkım, yerim yurdum da o öte olduğum ben nerede duruyorsa orasıymış gibi... 

bazen o kadar sıkılıyorum ki, bitse de gitsek diye geçiriyorum içimden, sonra düşünüyorum, gitsek de, peki ya nereye; bulamıyorum; kalıyorum olduğum yerde, gitmiyorum hiç bir yere; ama yine de an geliyor ve herşey bitiyor...

22 Nisan 2009 Çarşamba

istanbul, istanbul...

ben bu haftasonu bunu gördüm: insan o kadar stres, o kadar sınav üstüne; bi koşturmaca içinde gitmiş olsa da, yorgunluktan uykusuzluktan ölse de, seyahatten döndüğünde dinlenmiş yenilenmiş hissedebiliyorumuş kendini. demek ki neymiş: mutluluk her derde devaymış; anılar, eski dostlar, güzel insanlar, mistik sokaklar, güzel mekanlar, hoş anlar, yorgunluk uykusuzluk dert tasa hiç bişi bırakmazmış. 

önce çok korktum, havaalanından çıkıp giderken şehre doğru, eyvah dedim ben ne yaptım, şuncacık yerdeki trafik bile akmıyor, "nerden geldim istanbulaa" ama insanlar alışmış onlara koymuyor, madem öyle dedim öldürmeyen şey güçlendirir, dayan be esra :)
meğer insanların bildiği başka birşey varmış, bu şehir hiç uyumazmış, sabah olmazsa bunun daha gecesi varmış...

işte o korktuğum, tırstığım, üçbuçuk attığım metropol hayatı varya, aslında pek de güzel bir karnavalmış, sokaklarda hep insan varmış ve bu şehrin gerçeği olsa gerek bu gece 4de bile trafik sıkışıp kalırmış :)

yine de benim için çok erken, bu küçük halimle kolay lokmayım böyle şehirler için henüz ben, ama karar verdim, söz dedim kendime, yeterince palazlanıp, feleğin çemberinden geçip, şeytana pabucunu ters giydirip gelicem böylesine büyük bi şehre, yaşıyacağım henüz herşey için çok geç olmadan, unumu eleyip eleğimi duvara asmadan, bazıları gibi elimi korkak alıştırmadan önce... 

15 Nisan 2009 Çarşamba

keşke onursuz olmasaydın...

çoktur sessiz çığlıklarımla tırmalanmıştır kulaklarım, çok dökmüşümdür kupkuru göz yaşlarından, sadece tuz sadece asit... ama hiç biri, HiÇbiRi... ah.
herşeye tahammülüm varmış da, bu kadar OnuRsuZluğa!... hakkaten, YoK! yok öyle bir dünya! 
artık onurun da yoksa, herşey boşa be güzelim, HerŞey boşa... 

14 Nisan 2009 Salı

iyilik yap denize at bu sefer de üzerine sıçrasın

aynen öle, hadi diyelim tutamadın kendini yaptın yine bi iyilik, hatta ve hatta kaldırdın denize attın o iyiliği, hani "ben küçük şeylerin hesabını tutmam" dedin içinden, gel gör ki üstüne sıçrıyor, bi de yetmezmiş gibi ağzına yüzüne dolduruyor yosunlu tuzlu suyu. yok ama, suç ne denizde ne de iyilikte, suç o hataya düşüp iyilik eden ben'de.
hani film'de Dom diyor ya, 20% melek 80% şeytan (al sana bir parito daha, hayatım parito) o meleği de ancak gözlerinin içine bakarsan, en derinine inersen, ister de ararsan, arar da bulursan görürsün diye; işte ben de o hatunlardan olucam sonunda, bi de gözlük takıcam ki gözüme inemiceksiniz hiçbiriniz derinimdeki meleğime.

bir şeyi yapmak için birilerine muhtaç kalmaktan nefret ediyorum, işte sırf bu yüzden heran bırakabilirm seni tango! 

tam da spor ayakkabılarım, bol şortlarım, koyu ojelerim, kısık bakışlarım, paradise lostlarım, rock metal gruplarım geri gelmişti, ben de anlamamıştım bu chill-out, passion tango halimle, iyi oldu bak şimdi, bi de sen kızdırdın beni verdiğin notla k.çımın kaynakçısı, rise of the fallen gibi bi chapter çekicem sana aklın hayalin duracak.

ha bu arada, tübitaktan burs alacak 121 kişi var ya; işte onlardan biri benim.

10 Nisan 2009 Cuma

mezun olmuş gidiyorsun, bana veda ediyorsun

iki hafta önce, kepli fotoğraf için sıra yazdırırken daha çoook var gibime gelen bugün, geçti de gitti, oldu da bitti, üstüne bir de maaşallah... pek bi içime sindi, boşuna strese sokmuşum kendimi.

günler o kadar uzun ki ve bi o kadar da kısa, hem çok dolu dolu hem de pek yetersiz : hugoboss, kurumsal kimlik, mekanım space camp olsa, delphi batsa, mt rotasyonu, iç eğitmenlik, bilişsel danışmanlık, sıcak iklim, florida, sen çalışkan kızsın, yaparsın kendi kendine hayale dönüştürme, kurabiye kurabiye kurabi-ye, balosuz mezuniyet, gençler buraya eller havaya, bahar, 24 derece o derece!, piknik, enginar, zeytinyağlı, cesur yeni dünya, alfa olduğum için çok mutluyum gerçi epsilon olsam onun için de mutlu olurdum (saçma), uyku, rüya, bospa, saten nevresim her mevsim, bence de genau...    

maria mena - just hold me

8 Nisan 2009 Çarşamba

you really CAN do whatever you want

insan sadece mutluysa aklı bulunduğu zamandaymış; sağlıksız, uykusuz ya da mutsuz olduğu durumlarda zihin sürekli geçmiş ile gelecek arasında gelip gidermiş, ki vucüttaki gerilimi, stresi, tüm o başağrılarını da yaratan buymuş. çok değil bir zaman önce "geçen sene bu zamanlar" muhabbeti yapmaktaydım mütemadiyen, nezaman kendimle kalsam ve zamanımın muhasebesini tutmaya başlasam hep kendimi "geçen sen bugün"de buluyordum. ama nisan geldi geleli artık kendimi hep nisanın başında buluyorum, az önce ekranını karşısında "geçen hafta bugün" diye düşünmem gibi...  

evet hocam haklısınız, yetişemiyorum ben bu kadar derse, hepsini gerçekten öğrenmiyorum, sadece ihtiyacım olan kısmını alıp koyuyurum zihnime, çoğunu da sadece kısa bir süreliğine, sonra unutup gidiyorum hepsini, ne de olsa bu insanların değer verdiği, o diplomanın ne ifade ettiği değil, kağıt parçasının kendisi.

viva görkster!

7 Nisan 2009 Salı

usps

çok güzel bir plan yaptım bugün, artık uğruna gidilecek uzuuuuunca bir yolum var, 70inden sonra zeytin ağacı dikmeye benzeyecek bu biraz ama, madem içimde umut barındırma kapasitesine sahibim, bunun sadisce zevkini yaşayacağım günün umudunu barındırırım ben de... bunun hayaliyla yaşarım. 

5 Nisan 2009 Pazar

bir umuttur kör eder beni

bütün o gerçekle en acı şekilde, en güçlü halimle yüzleşmiş olmama rağmen, beni endişeye sürükleyen bir umut buldum şimdi hâlâ içimde, kapkaranlık derinliklerde en derinde bir yerde, işte o umut çok fena yaktı gözlerimi o kadar parlaktı ki, resmen kör etti beni. 

sebep

mezarında yosunlar bitsin,viran olsun yurdun, baykuşlar ötsün,
kimsesiz ellerde kalasın, sessiz kalasın, ıssız olasın,
belin bükülsün, yekin yekin kalkamaz ol yerinden, 
ayrı kalasın yerinden, evinden, serinden,
atamaz ol aldığın ahları üzerinden
ahirinde ben tutayım elinden, şaşasın feleğinden,
derman bulunamasın gizli yaralarına,
ettiğini bulasın kendin gibilerinden. 

3 Nisan 2009 Cuma

için için içim

içim çok mutsuz neşeküpüm,
içim çok için için,
sınavım var neşeküpücüm, tek bitane de değil, eksi sonsuz tane.
projelerim var, ödevlerim, başvurularım, derslerim, dertlerim.
ama en kötüsü bi hazımsızlığım var ki ruhumun derinliklerinde, bi türlü içime, dışıma, hiç bi yerime sindiremediğim , ve bir de sahte gülümselerim, gözlerime bakılsa anlaşılıvericek aslında ne kadar da içten(!?) gülümsediğim...

2 Nisan 2009 Perşembe

growing silence will speak for her

dün çok uzundu, 
bugün gün çok uzun,
gün uzun, ben uzun, işim uzun,
nedir ey hayat senin benimle mevzun?

aslında o kadar kısadır ki,
ömür kısa, gün kısa, kalan vakit kısa,
sen neden davranıyorsun ki böyle bu kıza?

-esra,  
sen artık oturup biraz da derslerine çalışsana...
dii mi ama?

1 Nisan 2009 Çarşamba

everything I do I see in you

içgüdüleri bu denli güçlü olmak, çok canımı acıtıyor şimdi benim, aslında acıtan içgüdülerim değilde onların bu kadar gerçek olması, hem de beklediğimden daha fazla...
ruhunu, kalbini açacak mısın bana, gizli saklı yönlerini gösterecek misin? peki bunu yaparsan sadece canımı yakmak için mi yapacaksın? lütfen artık aptal muamelesi yapma bana, gördün işte bilmesem de hissettim. evet başardın kısmen de olsa, beni, içimi, hislerimi, hırslarımı, düşlerimi parçalara ayırmayı...
o; olsaydı istediğim hayali süper biri'm, gelse şimdi çekip alsa zihnimden bütün bu kafamı taşınmaz derece ağır yapan düşünceleri, hafifletse beni azad etse... 

29 Mart 2009 Pazar

öyle biri olsun istiyorum ki

hayatımda, mesela benim yerime düşünsün bi çok şeyi, mesela çamaşırlarımı yıkasın, ütülesin bi güzel, sonra da birbiriyle daha uyumlu olanları biraraya koysun, hem de hava durumu ile o gün vakit geçireceğim ortamın ısısına göre kombinlesin altla üstü ve ben hiçbir sabah ne giyicem bugün diye mal mal açıp bakmayayım dolabıma bi daha. hatta gitsin benim yerime alışveriş yapsın bilsin neyi severim, ne bana yakışır, neye ihtiyacım var vs. sonra bi de günlük, haftalık aylık listeler çıkarsın bana desin ki: esra, şu gün şunun başvurularının songünü, esra sevdiğin grubun konseri bugün burada vs. sonra da ben istemeyince yok olsun gitsin hayatımdan. 

kısa kısa bu hafta: kefi milonga, böğürtlenli şarap, se'de bu sefer mercimekli köfte, tsm ve 3 güzel sesli kadın, cips-bira-çikolata, özge, kendin edip bulmaca-davetsiz kalmaca, özge, sen annemi ağlattın, penti!, m&s autograph pabuçlar, havaalanı, kaza sigortası...

25 Mart 2009 Çarşamba

hiç gelme gideceksen...

sensiz yediğim leziz bir yemekte, sessizce usul yağmurun altında yürüdüğümde, güzel bir film izlediğimde, bir espiriye karnım acıyana kadar güldüğümde...
ya da
kabus görüp ter içinde uyandığım bir gecede, okulda işler ters gittiğinde, ateşimi düşüremediğim için acile gittiğimde...
aklıma ilk gelen, keşke burada olsaydı diye içimden geçen, telefona sarılıp sesini duymak istediğim sen, unutmuşsan pazartesi olmadı salı yiyeceğimiz balığı, ve beni aramamışsan...
ne gelir ki elimden, iki kişilik oyunumuzun kurallarını sen tek başına belirlerken... 

23 Mart 2009 Pazartesi

kalan 10 günde bunu başarabilir misin sence?

merhaba sevgili neşe küpüm,
korkma bugün aşık kız triplerinde yazmicam sana, nitekim gerçek hayatın o denli pençesindeyim ki yazamıycam. zaman bazen o kadar baskıcı ve acımasız oluyor ki, sarıp sıkıp canımı acıtıyor, sonra da hiçbirşey olmamış gibi hafifleyiveriyor birden, sanki dalga geçer gibi, neden o kadar strese girdin ki der gibi. sonunda oldu da bitti maaşallah, hatta boş boş oturacak vaktim bile kaldı bu akşam bi dünya, blog filan okuyup resmini beğendiğim eyaletlerden kendime üniversite bile baktım di mi, öle işte.

konuşurken tek dil kullanmakta bariz bir problemim olduğunu farkettim, evet ben de türkçeyi katledenlerdenim. ingilizceyi kullanmak ya da ispanyolcayı/ almancayı aslında sanal gerçeklik psikolojisi yaratıyor galiba bazen. nasıl ki internette gerçek hayatta dile getirmeyeceğin şeyleri bağıra bağıra yazma cesaretini buluyorsan, konuşurken araya kattığın diğer dillerle de bunu yapıyorsun galiba.. "herşey çok güzel de biraz put-on-weight durumu var sende" demek, "yahu sen kilo almışsın işte" demekten daha hafifletici gibi sanki.

şimdi dön bak arşive kim bilir kaç tane lisansüstü eğitim hayali paylaşmışım seninle, ama sor bakalım kaç yere başvurdun diye, tabiki koca bir sıfır tane! dersleri kategorize etti tunca bugün marketing'i çok seviyorum ama ben öyle vıdı vıdı konuşamam, az laf çok işlik dallar daha bana göre: mis, om, logistics gibi dedi, beni de derin düşüncelere sevk etti. ben o dersleri çok iyi anlarım, pek de güzel yaparım ama hiç sevmem, bu durumda "çok laf az iş"cimiyim ben? 

özgün'ün doğumgünü, kutladığım en güzel, en spontane günlerden biri oldu, herşey bir gaza getirme-gelme zinciri olarak vuku buldu, çok da iyi oldu.

geçen sene bu zamanlar ne yapıordum bilior musun? bilmesen de olur, çünkü şu an benim umurumda bile değil.

iyi geceler.

20 Mart 2009 Cuma

in an ordinary day, the extraordinary way

iki gündür bir durgunluk var üstümde, mutsuzluk değil ama öyle, ki bugün yediğim dev milka çikolata bile çözüm olmadı halime. gerçi sabah hoplaya zıplaya neşe kelebeği modunda kalktım o ayrı.

şimdi gel gelelim durgunluk altyapısı oluşturabilecek olası sebeplerime: tunca; şu okuldaki muhtemelen en değerli insan; andaç almayacakmış, efenm neymiş zaten görüşmek istedikleriyle görüştüğünde onlar hakkında ne hissettiğini yüzlerine söylermiş, bir de andaça yazıp 7aleme duyurmanın ne mânâsı varmış: bu biiir.
 ikincisi; neymiş efenm ben hocaya yaranmak için öle demişmişim; çok pardon ama kimle karıştırıyorsunuz beni, ben mi hocaya yaranmaya çalışacak mışım? hangi sebeple acaba? sakın mezun olur olmaz başına kurulacağım, babamın bir şirketi olmadığı; tamamen kendi imkanlarımla, daha doğrusu alnımın teri, bileğimin hakkıyla söke söke okuduğum için olmasın?? mantıklı bulduğum, saygı duyduğum insanlardan böle bi tepkinin gelmesi en çok acıtan tarafıdır canımı. nasıl ki siz orada işinize gelen şeyi, düzeni değiştirmek pahasına savunuyorsanız, ben de gayet düzgün bulduğum düzeni korumak yönündeki yorumlarımı sesli bir şekilde ifade etme hakkına sahibim.

durgunluğumun bir başka sebebi yazılım sınıfımdaki çatlak gençlerin aralarında maç yapıp, yenilen tarafa aldırttıkları 7 kilo! baklavayı derse getirmeleri, bizim de burnumuzdan gelene kadar kutu kutu baklavaları yemiş olmamız, sonucunda da komaya girmiş olmamız olabilir, bilemiyorum :)

form'um 10 numaraymış korumam lazımmış, yüzme işi de yattı, bişey yapmalı.

mütevazilik abidesi, genious insan, akademik idolüm, kendimizi kendimize harcattırmayacağının mesajlarını verdi bugün ve dedi ki : "never settle for less than you deserve". 
i won't settle hocam, also i won't settle leila'cığım ;)

bir de zihnimde otoyollara yönelik öyle bir duygu var ki, maalesef karşı koyamıyorum ona, ve sevdiğim kadar da nefret ediyorum bütün otoyollardan, çünkü mesafeleri kısaltıp kavuşturdukları kadar da hızlı oluyor, biten yolların sonunda ayırmaları...

burkulan bir iç, her otoyollu sabahta;
beraber yenmek için saklanmış bir kutu çikolata, 
ve esra yollarda, çünkü ortaçgil bu gece burada... 

17 Mart 2009 Salı

In god I trust

paramın üstüne yatıp, beni günlerce atlatıp, telefonlarıma bakmayıp kârlı çıktığınızı düşünüyorsunuz ama bilmiyorsunuz ki, ben ilahi adalete inanırım. çok pis ödersiniz o 10-15 lirayı sonra da bilemezsiniz bütün bunlar niye geliyor sizin başınıza.

bana erkeklerin acayip bir şekilde nazarı değdiğini düşünmeye başladım, daha önce ayakkabılarımı beğenen "biri" olmuştu, akşamına tekinin topuğu yoktu, bugün de sınıftan biri "derslere hep bu kupayla gelip duruyosun çok kıskanıyorum bi tane de ben alicam" dedi, hoop 5-10 dk içinde kaybettim yüzyıllık termos kupamı kantinde dolanırkene, odama geldim bi baktım aaa kupa yok, nerde?   

şimdi durdum tekrar deştim de üstüne sünger, yüreğimde siğneye çektiğim bazı şeyleri, sinirlendim birden kendime, sonuçta bir insan elinde büyüdüğünü iddia ettiği hakkaten senelerce beraber büyüdüğü birini bi kalemde niye siler ki? var demek ki bi terslik, millet silsin sen sev, aferin.

yok yok ben bu derslere yetişemem bu sosyal ortam kelebeği halimle, benim aktivite olarak ders çalışacak insanlara ihtiyacım var, ders çalışın azıcık ulên! hayır anlamıyorum, sabah yataktan kalkmayıp, derslere gitmeyip, derslerden erken gelip, bir de üstüne ders, ödev vs hiç bişi etmeyip nası geçiyosunuz bu sınıfları, geçiyosanız da nasıl rahat ediyo içiniz, aldığınız bursların hakkını nasıl ödersiniz? parito durumu benimkisi galiba bir yerden sonra ne kadar çalışırsan çalış %2o'si kadar geri dönüyor sana...

dinmiyor şu gönlümün kavuşmak endişesi

benim çok güzel, el yapımı koca bir seramik kase olduğumu düşün, ama henüz pişmemiş...
eğer gidip pişmezsem, görmem gerekenleri görmez, yaşamam gerekenleri yaşamazsam, ömrüm uzun olmaz. beni kullanmak istediğin anda eline yüzüne bulaşırım, yumuşar erir bozulur giderim...
e pişince rengimden, canlılığımdan, o ilk taptaze mis gibi kokan havamdan bişeyler kaybederim illahaki, daha kuru daha sert, daha soluk renkli olurum belki, ama sağlam dayanıklı ve daha faydalı bir hale gelirim. hem sonuçta istersen beni güzelce boyayıp binbir renge bürümek senin elinde, üstümü vernikledin mi bir de bozulmam artık ben senin ellerinde, ömürlük olurum hayatının en güzel yerinde, ta ki sen beni düşürüp param parça kırıp sonsuza kadar kaybedene kadar... ama beni yıpratmazsan, hor kullanmazsan, dikkatli davranırsan ne kırılırım, ne bozulurum, ne solarım artık; bir kere piştikten sonra...
işte bu yüzden canım, galiba gitmem lazım. 

22.56 16 mart stuttgart

15 Mart 2009 Pazar

ben bugün hiç doymadım ki :]

evet sevgili günlük bugün aslında aç değildim ama doygunluk hissi de hiç gelmedi, sürekli canım ne olduğunu bilmediğim birşeyleri yemek istedi, vitamin dozajımı arttırsam iyi olicak galiba..

ben başkasının yaptığı yemeği yemeyi sevmiyorum, ve mutfağımı bugünlerde çok özlüyorum, kendi kendime garip kombinasyonlar yapıp adı olmayan yemekler pişirmek var içimde ama gel gör ki, iki gündür sadece meyve, peynir-ekmek, müsli, gevrek yiyorum. annem kızdı öyle yemek mi olurmuş diye, fikir ver o zaman ne yiyeceğim dedim, veremedi. allahım nolur bu kulunu mutfaksız bırakma, bak görüyosun varlık içinde yokluk çekiyor sonra.
 
tango beni neden yoruyorsun :P kareografi çalışmalarımız son hız devam etmekte, ben çıkar mıyım sahneye bilmemekle beraber çok eğleniyorum, şapka takıp kaşımı kaldırmayı, poz vermeyi, boşluğa bakıp gülümsemeyi çok seviorum: yaşasın show business :)

çamaşır yıkamaktan, daha doğrusu galiba sıkmaktan, ellerim yara oldu; yurda jetonlu makine koymayan zihniyetsiz zihniyeti eshefle kınıyorum, ne yani kardeşim ben kıyafetimi, donumu, geceliğimi tanımadığım elin adamına mı vericem yıkasın diye, hem bakalım biliyor mu ne nasıl yıkanır, ne kadar sıktırılır, nasıl kurutulur? bilmiyo tabii nerden bilecek! paramızla rezil oluyoruz. hayır benim malım çok kıymetlidir, hele ki boyuma göre kıyafeti zor bulduğumu hesaba katarsak, bir de kokular hakkındaki saplatılı halimi de göz önüne alırsak ciddi mesele bu laundry olayı.

üşütüp durduğum, sonuç itibariyle de hasta olduğum için inadı bıraktım gittim bugün kendime kalın uzun bir kaban aldım, bele kapşonu kürklü olanlardan, pek bi sevindirik oldum sonra, artık ya üşürsem diye çantama hırka, eldiven, atkı takviyesi yapmak zorunda kalmiyiciğim :)

beni anlamasını delice istediğim "bazı kişiler" var, umarım onların bunları okuması için bi gün trajik bir şekilde ölüp arkamda nesekupu.blogspot.com yazan bir not bırakmak zorunda kalmam :]

y harfi çalışmayan ve iki işi bi arada yapamayan, tık ile pıt'ı arasında bir ömür geçen emektar ibm'im artık kabak tadı vermeye başladı(o nasıl bir tadsa öyle, halbuki ben kabağı severim, hele ki baklabağının tadına bayılırım, bu durumda bu benzetme buraya uymadı galiba, neyse canım lafın gelişi işte), napicam ben bunla hiç bilmiyorum... evlat gibi, atsan atılmaz, satsan satılmaz...

bu yazı da burada biter, esra tıpış tıpış yatağına gider....  

12 Mart 2009 Perşembe

applying beauty

ay ay ay ay ayay yaay!
biyeri tutuştu derler ya aynen ondan oldum! çok sıkışmış hissediyorum kendimi, krizin "teğet geçtiği" bir ülke olarak amerika birleşik krallığının 1,5 katı işçi çıkarmışız ekimden bu yana... allam bunca işsizliğin olduğu bir ülkeye mezun olmak, annenin sıcak yumuşak şevkatli güvenli rahminden acımasız kaktüs tarlalarıyla dolu bir dünyaya doğmak gibi olsa gerek.. mümkünse biri acilen zamanı manipüle etmenin yolunu bulsun ya da hiro nakimura gerçek olsun zaman yavaşlasın ben mezun filan olmayayım.
applied workshop dersinden çıktıktan sonra mihendislik dersimden önce 2 saat aram vardı, oturup izmirde iş bakayım bari dedim, hani gitmek zor geliyor ya arkada bırakıp; ama gel gör ki kalmak çok daha zor, iş filan yok ya, tek kayda değer ilan schneider'ınki, ki ben ona çoktaan başvurmuşum yazın, cevap da gelmediğine göre fake bunlar; pehh.
şunu anladım ki burda bana ekmek yok, ya elimde kalan azıcık değerli vaktimi potansiyel bütün kaynaklara başvurarak harcıyacağım ya da daha sonra kendimi harcadığım için başımı duvarlara vuracağım.

düşündüm taşındım, "herşeyi bırakıp kalabilirim delilik hâlim"in geçici ve tehlikeli bir hâl olduğuna karar verdim.. ne de olsa her günün sonunda gece yataklarımıza girip de gözümüzü yumduğumuzda hepimiz yalnızız, kendimizle başbaşayız, öyleyse kendi paçamızdan asılmak lazım, hemde koparana kadar.

gece yatarken dua ettiğimi söyledim anneme, duygulandı, olgunlaştığımı görmenin güzel olduğunu söyledi, elindeki en değerli varlığının ailen ve sevdiklerin olduğunu anlamak ve onları kaybetmekten korkmak olgunlaşmakmış demek ki... 

gmat patladı galiba sevgili günlük bu arada, mayısdan önce sınav yok.. yok yok adam olmam ben... neyse bu haftasonu herşeyi koyucam yoluna, çalışma planımı çıkarıcam, toefl ile gmat'i de eklicem. ders vermeye de başlıyorum tekrar haftada iki gün akşamları, arada bi de tango var... hmm faydalı bişiler daha lazım... seminer ödevini güzel bişiler yapıyım da sonra paper olarak göndereyim bi yerlere bari...
hadi bana müsade biraz dinlenicem vücudum hâlâ yüksek ateşin tahribatını tamir etmekte...

10 Mart 2009 Salı

heyecan...

ömrü hayatımda daha önce heyecanlandığımı iddia ettiysem bile hepsi yalanmış, heyecan böylesine içine dolan sevgiyle boğulup nefessiz kalmakmış, heyecan mutluluktan ağlamakmış.
mutluluktan hakkaten ağlanırmış, insan ne kadar sevdiğini işte o damlalar gözünden düşmeye başladığında anlarmış.
yıllar önce bir yazı yazmıştım, kendimi bin parçalık bir puzzle'ın parçaları gibi hissettiğimi anlatan, şimdi yeni bir yazıdır bu silinip üzerine yazılan; tekrar puzzle parçası gibi hissediyorum kendimi, bu sefer sadece 2 parçalık ve diğer parçam da kayıp değil artık, hemen yanımda, kollarımda.
tabi ki korkular hiçbir zaman yakamızı rahat bırakmaz, ama gerçek şu ki: hayat bu, korkarak yaşanmaz...

öyle bir mutluluk ki senin varlığın...
iyiki varsın, iyiki doğmuşsun!
teşekkürler tanrım. 

9 Mart 2009 Pazartesi

bugün çok güzel bir gün

şu sesle tanıştım ya, handmade neşeküpü'mü bitirdim ya, ölsem de gam yemem artık, çok yoruldum çok emek, çok vakit, çok sevgi koydum bu yola, ama güzel de oldu, şu an döktüğüm soğuk terler heyecandan mı hastalıktan mı bilinmez, allahım sana geliyorum hissini yaşamak hiç koymuyor bana: mutluyum.

gidersen bana da bir dengini yolla
dinerse gözyaşın, beni de ağla
arkanda beni bırak, gönlüme aldırma
ardımda bir beni bırak, gönlüme duyurma

7 Mart 2009 Cumartesi

i'm not beautiful enough, to go out with you tonite

bugün, yüzyıl gibi geçmiş olan 3 günlük hastalık dönemimin en güzel iki teklifini almış bulunmaktayım: ilki nyu polytechnic enstitüsünden, gel bizde devam et eğitimine, bak yurtlarımız yeni, yerimiz güzel manhattan'a 15 dk mesafedeyiz, burs filan da veririz hem de application deadline'ını mayısa kadar uzattık demiş maykıl bey mailinde. :) ikincisi ise daha yakın mesafede şehir içi bir aktiviteye daveti, gidilecek yerden çok davetin geldiği yer cana dokunacak cinsten, maalesef hastayım ve dışarı çıkamadığım için yastayım (kafiye olsun die, ehe) .

izmirde aradığım hiçbirşeyi bulamıorum, çıldıriciğm. ya benim beklentilerim çok yüksek ya da bu şehrin kalitesi çok düşük, anlamadım gitti.

müzikalite olarak doom'a bir meğil gözlemlemekteyim kendimde son günlerde, "tam oturup ağlanası" şarkılar dinleyip duruyorum, ağlamaktan ziyade gayet ılık, tatlı ve yumuşak duygularla dolu bir huzur buluyorum. mesela candan'a fena sardım, ortaçgil'den zaten vazgeçemiorum, araya biraz jazzanova, sophie barker, saturnine, sia filan da karıştırıyorum güzel oluyor.

geçen sene bu zamanlar üstümde siyah yün elbisem, bermuda'da bayaz mugdan bira içiyordum galiba, güzel eller ilk defa terlerken... sadece...herşey çok güzeldi...
 
ayh şu yazı yazıldı bitti, benim içim daha da bi gitti, geçen sene bugün........
carlos libedinsky - el aire en mis manos
ich liebe dich

5 Mart 2009 Perşembe

vergisi yüksek bir hayata konmuş benim ruhum...

ben ne kadar kendi başına dimdik ayakta pozlarına yatıyorsam, hayat da bana o kadar  ağır vergiler kesiyor, ben ne kadar mutlu oluyorsam, o kadar da hasta oluyorum, sağlığımın vergisini aksatmadan her ay düzenli ödüyorum. sesim gitti ben de bilmiyorum nereye, ardından şımarık küçük kız çocuğu tonu bıraktı gırtlağımda, şimdi o tondan sesleniyorum hayata, duracell ayısı günlerimde değil de, çinko karbon pil günümdeyim bugün, hoppa duppa koşup çoşarken tak diye bitiverdi pilim, gidiverdi sesim.
foundations of software dersinde ölücem sanan arkadaşlarım teknik destek ekibi bile kurdu, taylolhat yapıp üstüne de sıkma portakal filan içirdi:P

bu sene hergünümü geçen sene bu zamanlar şunu şunu yapıyordum, şu şöyle bu böleydi diye değerlendirmeye başladığımı farkettim, hayatımda ilk defa, compare & contrast tadında muhasebesini tutuyorum günlerimin, enteresan.

bilinmeyenin çekiciliği diye birşey yokmuş, bilmenin hafifliği ve rahat bir mutluluğu varmış, tabi sorup bulduğun, almak istediğin cevap olduğu içindir belki ama, böylesini tercih ederim, biberli ya da ballı, kara ya da ak, gerçek daha berrak, daha ferah.

dönem başlayalı 2 hafta oldu ve ben mezunolmadanbikeregünügününeçalışma harekatıma başlayamadım, belki de hiçbir zaman başlamamalıyım :) herneyse sevimli hasta bir kurbaaa olarak seslendim bugün hayata ve sana sevgili neşeküpüm, gel eğil azıcık da yanağından öpüüm :]

3 Mart 2009 Salı

ve bu öyle bir mutluluktur ki....

içimi hafifleten, hey cennet bu galiba detirten, yürüyüşümü değiştiren, konuşmamı sakinleştiren...
mutluyum sevgili günlük, sabahın 10unda ve çok güçlüyüm. 
for you my gentle lips, my gentle hands and my eyes gently gaze...
bitmesin, bitmesin, bit-me-sin.
...içimdeki senfoni: piano solosuyla girer, derinden violinler devam eder, bas'lar ve flemenco gitar...
---------
akşam 11 edit'i
şimdi uyusam biter mi bu rüya hali?
sabah uyanınca gerçekten mi uyanırım sanki?
candan, ben kimim...

2 Mart 2009 Pazartesi

bu teomanın yağmurudur

dış seni içi beni yakar tarzı bir yazı, ya da kısacası: yok başlıkla bir alakası :)
o kadar hızlı geçti ki zaman hafta demeye dilim varmıyor, sanki daha da uzun birşeydi bu, haftadan daha öteydi. hayatımda irili ufaklı birkaç şey değişti, kfc'den nefret ettim ve bütün bilimum kızarmış etli şeyden, yollardan nefret ettim ve chp'den, sonra akp'ye oy veren/verecek insanlara kızmayı bıraktım, verin anasını satayım. içime gelen dinginlik, ne gerek var ya gitme kal buralarda hissim bu trafik, bu insanlar tarafından alınıııp götürüldü. gitmek istiyorum terketmek istiyorum bu ülkeyi ve diğerlerini bütün çarpıklıklarıyla başbaşa bırakmak geride. 
alışverişe gitmekten, alışveriş merkezlerinden officially nefret ettim, ilk defa kardeşime, babama ve diğer erkeklere hak verdim, eski nevresim takımımın aynısını almak için 2 saat yol katedip ikea'ya gittim ve elimde sadece beyaz bir çarşafla geri geldim.

aslında daha bi çok şeye kızdım, speedo'ya, forumda son ses düpdıduru blues çalan zihniyete, sonra hatırlıyorum da bir ara oturup ağlamak istedim neden bu kadar uzunum diye, genlerime kızdım, içtiğim onca süte... çok uzunum be günlük, hiçbişi olmuyo bana, dansta partner olmuyo, mayoda beden olmuyo bedeni olan kısa geliyo, boyu olan bol kalıyo filan, walla aşırı uzunum günlük, bakıyorum metroda milletin tepesinin açıldığını filan görebiliyorum ayakta dururlarken bile, sonra da 3.tekil kişiler kızıyor bana o bize tepeden bakıyor diye, ne yapayım doğam böyle...

kendime not: toplu taşıması çok gelişmiş bir şehirde yaşa, özellikle raylı sistem ağı geniş ve gelişmiş olsun, böylece sen kullanmasan bile şehrinde trafik sıkıntısı yaşanmaz.
kendime not 2: bi toprak parçan olsun, hiç olmadı toplar plı pırtı gider orda kendini toprağa vurusun, yetiştirdiğin hormonsuz domates, bostan patlıcanla avunursun. 

24 Şubat 2009 Salı

tanrım beni baştan yarat

mümkünse bu hayatım bitince bi de erkek olarak gelmek istiyorum dünyaya, erkek gözünden görmek istiyorum dünyayı, futbol oynayıp gol atıp yumruklarım havada dizlerimin üstünde kaymak istiyorum çim sahada,buz hokeyi oynamak istiyorum kemiklerim kırılır mı diye korkmadan, aptal geyik küfürlü muhabbetlerden zevk almak istiyorum, merak ediyorum nedir bütün bunlar; brotherhood olayını çözmek istiyorum, cidden.

bizim cinsimizi görmek istiyorum erkek gözünden, annemi görmek istiyorum erkek çocuğu olarak acaba sadece cinsiyetimden dolayı daha az sever miyim annemi diye merak ediyorum, ve de babamı merak ediyorum acaba bir erkek olarak kıskanacak mıyım onu. 

kız kardeşim olsun istiyorum, ona cool bi abi olmak, kıskanan, kızan kısıtlayan ürkütenden ziyade, havası atılan bi abi olmak, hemen her derdinde omzuma koşup ağlasın teselli bulsun güldüreyim istiorum o küçük kız kardeşimi.

işte böyle sevgili günlük,
bütün bunları isterken biryandan da ders programımı optimize ediyorum: saat kayıplarını en aza indirip, olabilecek en iyi hocalardan ders almaya çalışıyorum, ee kolay değil, on-bir-ders! 

kendime not: baştan gözünü korkutan herşey geçtiğinde o kadarda kötü değilmiş dedin ve başardın. kendini strese sokmaktan vazgeç. ve hiçbirşey aslında gözünde büyüttüğün kadar değil, maaşallahın var ışın mikroskobu gibisin.

geçen sene bu sıralar stephansdom'a bakıp woaa demekle meşguldüm, bugünse bal-kaymak yiyip, gülmekten karnımı ağrıtmakla,oh bea iyiki geldin tunca! 

23 Şubat 2009 Pazartesi

tıkabasa dolu hayatındaki bilmediğin boşluğum aslında

hani o bulamadığın, anlayamadığın, bazen düşünüp de bunca dolu doluluğun içinde yokluğunu hissetiğin şey'im ben aslında. şarkındaki "in your love, my salvation lies" nakaratınım defalarca, hiç sıkmayacak, içine huzur ve kalbine mutluluk dolduracak...

farklıyım senin dünyandan değilim belki de öyle kalsam daha iyi olabilir olabilirdi belki öyle kaldı bazı şeyler ya da değişti herşey, tatlı sevimli değerli...

üşüyorum, bana sarılsan, beni sen saçımı okşayarak uyandırsan.

özlüyorum; korkuyorum; istiyorum; mutlu oluyorum sonra düşünüyorum; ya...?

hayali, varlığından daha mı güzel, herşey kolay mı, ya da daha özel?
 
güzel şeyler hissetmek tersine insanın içini hafiletmemelimiydi hani, neden şimdi benim içimde, içimden beni daha da içimin derinlerine çeken bir ağırlık hâlinde bütün o güzel sözler?
dert, söylesem de söylemesem de, beşucu çıngıraklı değnek, iyiki varsın demek ya da seni özlemek...
 
biliyorum... 
sadece öyle olsaydı istedim. 

18 Şubat 2009 Çarşamba

don't think about all those things you fear...

dün öyle bir soğuk vardı ki, hepimiz farklı sebeplerden dışarıdaydık, bankada terzide berberde, bugünse hepimizin burunları kırmızı, o kadar çok hapşurduk ki kimse birbirine iyi yaşa demiyor artık, herşeye rağmen bu, şu an annemin fırından aldığı kadayıfın kokusunu duymama engel olamıyor :)

cenkle yollarımızı ayırdık, benim seninle işim bitti, mümkünse uzun süre görüşmeyelim dedi, rahatladım :)

bu hafta herşeyin başladığı haftanın yıldönümü efen'm. yine bir cuma günü ayrılmıştım uzun süredir konaklamakta olduğum evimden, yine bu vakitler bir goingawayfromhome stresi mevcuttu üstümde, aynı şekilde herşeye sulugözlülük edip ben gidince çok özlersiniz ama haa diyesim vardı..

hayat bir masaysa, yeni bir 70lik açıorum, muhabbet dolsun gün denen kadehlerimize diye, ve eski servisleri gönderiyorum üzerlerindeki artıkları, kılçıkları, çeri çöpü kaldırıyorum masadan, gelen beyaz tabaklara sadece güzel ve bütün kalmış parçaları aktartıyorum; gülümsüyorum etrafa, şef garsona, görüyor beni alıyor elektriği, gönderiyor en güzellerini. yeni ve sıcak balıklar geliyor masama, ya da masamıza, kadehler tokuşuyor, dışarının havası soğuyor içeriniki git gide ısınırken...

tarih tekerrürden ibaretmiş ya, görüceğiz gerçek mi, tesadüf mü ama yine aynı haftasonu aynı tarihde tekrar terkediyorum evimi ve bambaşka umutlarla yeni bir yola çıkıyorum bu cuma. enteresan muknatıssal bi duygu yükü oluşturuyor böle durumlar içimde, gitmek ve gitmemek arzuları birbirini çektiği kadar itiyor belkide.

...just be glad to be here