28 Ocak 2009 Çarşamba

acilde soğuk serum şişem

sefkili günnük,
evet acildeydim, damarlarım dondu resmen serumun serinliğinden kolum ağrıdı, belimin içine kadar tirtir titredim, ateşim 39 oldu terledim,üstümü değiştim, terledim, üstümü değiştim indi şimdi daha iyiym.
bir sınavı böylesine aptalca nasıl kaçırırım dedim 2.5 saat ağladım, sonra farkettim ki insanım ve gamlıyım çürüyorum, ömrümden gitmiş sanki bi 2500 sene o 2.5 saatte. mutsuz olmak ne demekmiş tekrar hatırladım, mutlu ama bazen sıkıcı olabilen günlerim için defalarca şükrettim tanrıya, şimdi zihnim hâlâ bir parodide komada.
 

21 Ocak 2009 Çarşamba

Mitteilungen aus Deutschland

evet, almanya'dan mesaj, hem de en sevdiğim iki insandan: Martin; pek bi özlemiş, en yakın zamanda tekrar görüşmek üzere demiş miss little sunshine'ına (aka princess). Emanuel; gönderdiğim zarfı almış, gerçekten parti de eksikliğin hissediliyordu demiş, nisan'da türkiye'ye geliyor :)

erasmus tadında birgündü benim için back to old days oldu, e sebebi açık; final haftasının tam ortasında sadece(!) yedik, içtik, gezdik, eğlendik. dünkü java zaferimden sonra haketmiştim canım :) 

Öyle işte.. mutluyum.
günü güzelleştiren: kuaförümün titrek elli çırağına, oda arkadaşım yeşime, lost(kafe) manyağı murata, beni ffs'de satın almaktan hiçbir zaman vazgeçmeyen umuta, içtiğim harika decaf press cafeyi yapan baristaya, boyozlar için edi börekçiliğe, gemiden amerika karasularına, yamaçtan ölüdenize atlayan, elebaşımız -ay pardon- başkanımız ilbaya, lojistik desteğinden dolayı yiğit'e teşekkür eder, bi dahaki sefer çaya bekleriz...

iyigeceler :)      

17 Ocak 2009 Cumartesi

bitse de gitsek...

sevgili günlük, 
şu an derdimi anlatacak kimse yok senden başka...
e malum final haftası geldi, 19'dan 29'a finaller koysun bu kıza durumu (farkındayım ağzım çok bozuldu) (pms durumu, alttan al geçecek:] )

2009'da kendime yeni bir arkadaş edindim ve kısa sürede çok yakınlaştık... hemen hemen hergece birlikteyiz; evet evet beynim kafatasıma fazla geliyormuş hissi yaratan baş ağrımdan söz ediyorum.. biran önce ardına bakmadan defolup gitse, beni hiç düşünmeden terketse inan hiç üzülmicem.

bugün teyzelik genlerim tekrar harekete geçti, geçen hafta agorada gördüğüm kocaman pembe saçlı çilek bebeği gittim ve satılmadan zeynepcime aldım; yerim ben onu,bir de kibarlaşmış hiç sorma, telefonda "nasılsın teyzecim, mutlu musun, günlerin nasıl geçiyor" diye sorunca, "ben iyiyim siz nasılsınız" diye cevap verdi ya ölsem de gam yemem artık :)

dün milongada dehşet eğlendim, benim için bir praktika tadında geçti, özgüne her cuma şarap içirsek hep böle eğlenceli olur mu acaba bilinmez ama buraya yazıyorum esra demişti dersiniz, murat ileride dehşet bir tangocu olacak hem de en eğlencelisinden.

didemden psikolojik danışmanlık projesi' için yaptığımız görüşmenin ses kayıdını aldım, bir saat boyunca kendimi dinledim. alırken kaygılıydım aslında, eyvah şimdi kendimden nasıl utanıcam kimbilir nerelerde ne hatalar, nasıl bozuk vurgular yapmışımdır konuşurken diye. ama gel gör ki, benim konuşurken takıldığımı, düşünürken çok durakladığımı, dilimin dönmediğini sandığım yerlerin hiçbirinde hiç bir kusur belirtisi yok! yani dışarıdan hiçbirşey anlaşılmıyor, bütün kusurlar benim zihnimdeymiş, bu arada sesim de güzelmiş :]

gördüğün gibi sevgili günlük, sızlanmak maksadıyla başladığım yazı bile sonunda böle sevindirik bir hâl alıyor... ben sana boşuna neşe küpü dememişim değil mi? şimdi bana müsade, ben şu sınavların hepsini teker teker bi "rock"liyip gelicem.
  

16 Ocak 2009 Cuma

what the hell are you trying?

saniyelik ölümlerden dönmüşcesine uyandığım zaman ortamdakilerin topunun ağzına sıçasım geliyor. gözümü açıp nerdeyim nooluyor algılamaya çalışırken, çığlık atmak isteyip de sesimin çıkmadığı şu zamanlarda hani.
sonra kalkıyorum bir hışım söküyorum kabloları alıyorum laptobu yatağıma koyuyorum path2'i player'a sandra nasic'den geliyor onlar için, gömüorum kendimi yastığa, sesizce çekiyorum yorganı kafama, bi yerden sonra vazgeçiyorum çünkü çenem acıyor dişlerimi sıkmaktan...
şeker kız alice hallerime aldanmış da ağzıma sıçmaya karar vermişseniz, halt etmişsiniz! içimde yükselen sessiz öfkenin farkında değilseniz çok yanlış yerlerdesiniz, kendinize, attığınız adımlara, yattığınız uykulara dikkat ediniz. kesinlikle kişisel değil; ama nasıl ki iyilikleriniz dönüp dolaşıp sizi buluyorlar, nasıl ki gülümseme çemberlerim var mutluluk saçan, o zaman neden olmasın lanetlerim sizi korkudan altınıza sıçtıran?
adam olun!

15 Ocak 2009 Perşembe

Hedonik bişi'lerim: duşum, param, kremim

dün akşam duş aldım sevgili günlük, en az yarım saat kaynara yakın suyun altında yıkandım, oyalandım, 'this is not a love song'u jazzdan arabeske bi çok formatta söyledim. allahm nasıl bir mutluluktu o öyle, evet o kadar yoğundum ki itiraf ediyorum 3 gündür yıkanamıyordum. sonra çıktım tarandım, kremlendim, baştan aşağa kendimle ilgilendim bi güzel.. farkettim ki bu kremlenme olayı çok hedonik bişi, mest oluyor insan... artık her duşun sonunda bütün vücudum sıcaktan pespembe olunca açıyorum buz gibi soğuk suyu sonuna kadar, ohh bi güzel irkiliyorum, keyifleniyorum. 

beni sıcak tutan bütün paralarımı götürdüm bankaya yatırdım bugün, sadece üç tane 5lik banknot kaldı cüzdanımda, kendimi bi garip hissediyorum sanki ekranda gözüken rakamlar benim paralarım değilmiş de çulsuz kalmışım gibi hissettim, evet burdan da anlıyoruz ki para araç olmaktan sıkılıp amaç olmaya başlamış hayatımda. ama gelmicem ben bu oyuna, atlaticam en kısa zamanda..

bu akşam sadece sosyal amaçlarla yemek yedim, sadece arkadaşlarımla hoşça vakit geçirmiş olmak için, sonra bissürü aburcubur aldım geldim; deneyelim hadi, tadına bakicam, vs ayağına bi yığında onlardan yedim sonra baktım aynaya sanki sağlıklı beslenirken daha çok kilo alıodum da şimdi böle sağlıksız yedikçe forma giriyodm gibi hissettim. 

evet sevgili günlük farkettim pek de matah bişi olmadı bu seferki dediklerim, ama çok yorgunum bi kaç gündür ve sebebini de buldum, kendi kulağımı çektim, tüketmek yoruyor beni, hele ki hızımı alamayıp kendi kendimi tüketmek genç öldürür beni; ondandır ki, bi süre az kazanıp, az çalışıp, az harcamaya çalışacağım.. tabi kim bilir ne kadar başarılı olacağım...

bu arada acaba hiç tahmin ediyor mudur hayatımı ne kadar etkilediğinin, verdiğim bi çok kararın altında yatan sebep olduğundan, ben bile bunun bilincinde olmadan. Ve acaba kimler var bu dünyada hiç farkında olmadan hayal edemiyeceğim kadar hayatlarını değiştirip yönlendirdiğim..eğer şimdi mutsuzsanız beni affedin...   
  

12 Ocak 2009 Pazartesi

slow the life, you can't beat the time

bir an için kendimi hayal ettim çimlere uzanmış ve sadece bulutları izlerken, onlar öylesine yumuşacık zamandan bağımsız, dertsiz ve tasasız, sonsuzlukta kayıp giderken..ve inanılmaz mutlu oldum. yine bir ödevin en iyisini yapma saplantımın esiri olup ads concept projesi için olayı taa slow life movement'a kadar getirdiğimden dolayı uğraşıp dururken saat 2 olmuş, yeterli bir proje çoktan bitmiş olabilecekken en iyisini yapmaya çalışacağım projeye daha hiç başlamamışım... ama fena da olmadı; aslında multi-tasking'liğin kanıtlanana kadar kusurlu bir hipotez olduğunu okudum ve kendimi düşündüm, mutlu muydum bu kadar multi-tasking olmaktan? galiba şu bulutları hayal ederken olduğum kadar asla...

unsupervised categorization; herzaman pek de doğru çalışmazmış,"each person is an exception to the rule"muş .

murat da klimt hayranıymış, resmen evren etrafımda dönüyo gibi hissettirdi bu klimt olayı beni, ileride tüm parçalar yerine oturduğunda(puzzle misali) umarım herşey daha net ve anlamlı olur.

yediğim pizza iğrençti, yarın besin zehirlenmesi geçirirsem kesin o sosislerden, nitekim karnım gurulduyor.

tunca viyanalı oldu, evet kıskandım, içim buruldu, konuşurken nevresimlerimi getir gelirken dedim yeri yokmuş; bir an ağlamak istedim. onlar; bu kadar mı özeldi benim için..yani aynısı türkiye de de satılıyor di mi, ama ben onlarda yatmadım ki... garip bir his anlatılamaz değil ama anlatmak istemiyorum.

bugünün favorisi erotic lounge:sensual passion volume1(soft&lazy) albümü oldu. dinlediğim ilk şarkı da lazy sunday afternoon'du. sanırım kaderim beni slow lifestyle sahibi yapmak için çabalıyor.

3 gündür makyaj yapmıyorum, club'a bile kot-tshirt, spor ayakkabıyla gittim, saçlarımı özellikle duştan çıktığım gibi bıraktım fönlemedim taramadım, ama gayet mutluydum ve kendimi de bir o kadar güzel buldum...yok yok hakkaten bi haller var bende.

baraj yürüşü, pazar sabahı huzurumla tam bir uyum içindeydi, üzerinde yaşadığımız şu dünyanın her bir toprağı, doğasının en ufak parçası ne kadar da eşsiz aslında.

mediacat'de gördüm asla yalnız yeme demiş kitabın kapağı.. düşündüm hak verdim. 

veee artık bir xenium x800 sahibiyim, çok özümsedim onu hemen benimsedim, kutusunu açarken ellerim titredi, inanılmaz heyecanladım aynı ibm'im gibi...geçenlerde ibm'den bahsederken 'biri' aman ya arabamı sanki altı üstü pc dedi ve beni ne kadar anlamadığını anladım. evet benim için bir R51, bir X800 bir arabadan daha değerli; onlar "benim" emeğim, alınterim, anılarım, yol arkadaşım, herşeyim (bkz: consumer behavior, extended-self)

8 Ocak 2009 Perşembe

12den 2ye bu ne biçim kahvaltı böyle :)

sevgili günlük,
dün hiç okula gidesim, ders yapasım yoktu mâlum,akşamki dersimi bile perşembeye atmıştım.
nitekim gelip bi miktar annemi arayıp ya keşke yanınızda olsaydım, gerine gerine yatsaydım, hazır bi kahvaltı yapsaydım diye zırladıktan sonra telefona babamın el koyması üzerine onun sohbetine müdahil oldum (o ne demekse artık:)git bi kahvaltı yap en güzelinden dedikten sonra, kendisi amerikalı (yılmaz) amcamı arayıp onla konuşmamı salık verdi. haksızda sayılmaz bilaire bu konuya eğileceğim. 
e peki en büyük vasfı iyi bir öğrenci olmak olan biri olarak (çok komplike evet) ne mi yaptım: attım çantama gmat kitabımı taktım koluma, tinimimi adımlarla tuttum krunch'ın yolunu...tam da tahmin ettiğim gibi henüz boş ve güzeldi. i love turkey kahvaltısı ısmarladım bir adet, açtım gmat kitabımı hem yedim hem çalıştım. 
ondan önce biraz da piyasa araştırması yapmıştım apple,tcell ve teknosa'da şusıralar başgösteren elektronik açlığımı gidermek için. nitekim kendime de bir adet philips xenium800 touch +4gb microSD aldım. bir taşla 2 kuş yeni bir telefonum ve 4 gb'lık mp3 playerım var artık ::a tabi ups ne zaman getirirse:) heyecanla bekliyoruz :)

o tinimini adımlarımı atarken, mağazada hertürlü elektroniğin özelliğini sorup delice bilgi toplarken aslında aklımın büyük bir bölümü özeleştirimi yapmakla meşguldü. çok ukela, kendini fazla mı beğenmiş biriydim acaba? aslında genelde dozunda bırakmayı başarabilen biri olsamda bazen, özellikle bazı kişilere karşı nedense çok aşırı kaçtığımı düşündüm; sonra hayran olduğum insanları düşündüm, evet onlar da akranlarına, içinde bulundukları ortamlara kıyasla çok yüksek özelliklere sahip, hepsi de donanımlı insanlardı ama benm hayranlığım nerden geliyordu peki?tekrar düşününce bildiğim ve aklımın kıvrımlarında kaybettiğim gerçeği tekrar buldum. ben onların alçakgönüllülüklerine, bu kadar üstünken bu kadar mütevazi olabilmelerine hayrandım; e hâl böyleyken benim kendime hayran olmam olanaksızdı çünkü son günlerde aşırı kendini beğenmiş, snob, burnu havada yerçekiminden bağımsız bir moddaydım hani küçük dağları ben yarattım, büyükleri de babamındı onları da satın aldım modu.
Eğer bunu başarabilirsem, daha az kendini beğenmiş olabilirsem (hayran olduğum insanlar kadar mütevazi olmak çok ultimate bi hedef şimdilik) bunu da altın madalyalık başarılarım listesine ekliyeceğim.
i'll be so high, i'll be flying..
  

7 Ocak 2009 Çarşamba

Külkedisi evine döndü...

ya deniyorum deniyorum her seferinde siliyorum...

şunu yaptım bunu yaptım, yok efenm şık oldum, alins milongasını beğenmedim, "a ama o salı günü değilmiydi" dediğimde "e evet bugün salı" diye ezildim filan ama asıl önemli olan sabah şu ekranın başına oturduğumdaki hislerimdir sanırsam. onları dillendirmeye çalışalım biraz ben ve 10 kişilik parmak kadrom olarak.

Allahım şu ezanlar ki şaadetin temeli, mümkünse benm üstümde inlememeli... ya da sadece ramazanda iftar sofrasında inlemeli. Neden mi? ezanlar maçların son düdüğü, sınavların bitiş zili, yarışmaların final gonk'u gibidir... bitti demektir. akşam oldu gün bitti güneşi çekiyorum üzerinizden artık kalın karanlıkla başbaşa demektir. sabah oldu şimdi gün doğacak ah ne yazık gece yetmedi mi daha uzun mu sürseydi daha çok mu eğlenmek isterdiniz ya da uykunuzu mu alamadınız küçük kız gibidir..
ve işte o ezanını duyarak başladığım bugün de, deniz bukadar pırıl pırıl, hava bukadar bahar tadında, yerin ve göğün mavisi en can alıcısından parlarken, gemiler en güzel halleriyle denizde salınırken, martılar sevimli ötesiyken "ne işim var benim okulda, proje mi o ne, sınav mı vardı of ama artık, ha doğru ders de dimi" modundayım. Tabi okulda yaşamak çok kolay, çok rahat, kalk yataktan hop 5dk'da derstesin filan ama acaba çok mu tüketiyor bu beni? çok mu içine çekip kaçılmak istenen bir hâl haline sokuyor bilemiyorum...

Bu kadar maddi bir güzellik olduğu için ilk başta içime çok sinmese de mırın kırın etsem de, sonuçta çok mutluydum ve evet şu odaya dönmüş olmak ve "dönmesen neyapacaktın ki"yi bilememek beni en koyusundan bir külkedisi hissiyatına sokuyor, sanki ömründeki tek balosu bitmiş, tozlu kilerine geri gönderilmiş gönüllerin prensesi olmak, içimde derinde benim bile bilmediğim o en çocuksu, hassas, yumuşak ve kırılgan yerimi acıtıyor...beni büyütüyor.

6 Ocak 2009 Salı

Wir machen das klar!

o yeae!

aman yarabbim tadından yenmeyen bir gündü, nitekim migrostan aldığım ince üzümlü tarçınlı kurabiyelerim, koca tablet antepli çikolatam, hatta medetariano olive krakerlerim bile biteyazdı :) evet doğru çok aburcuburladım bugün ama neler neler yaptım. öncelikle dün gece 5 de yattım üstelik yatarken uykum da yoktu(as usual) gerçi sabah ayılmak 1 saatime mâl oldu ama yetti.

şu web tasarım işini çok abarttık gibime geliyo yani bi çok uluslararası firmanın bile bu ölçekte bi sitesi olduğunu sanmıyorum.

görev bilinciyle değil ders aşkıyla gittiğim consumer behavior dersindeki kumru sunumum gayet sükse yaptı, kimse ekleyecek ya da düzeltecek birşey bulamadı, son sözü taşbebek nilgün söyledi : arkadaşınıza 110 ! :] ya bu kadına hayranım farklı bişey var, çok güzel filan değil ama çok etkileyici, ışıl ışıl.
 
dım dım dım dım...bir erkek adımları günüde daha esra'yla beraberdi bugün sevgili tango severler, ha tabi güven oyununda tüm inancıyla kendini kollarına bırakan ozan hocayı geri çekilmek suretiyle yere seren murat'cığmın topuğumu kırması da ayrıca etkili olmuş olabilir.
Aman tanrım çok seviyorum dans etmeyi ve de ettirmeyi...

Kritiklere gelelim şimdi: sevgili erkekler; eğer sevgilinizin kız arkadaşları sizi tanımadığı halde sizden nefret edebiliyorsa artık çok da şansınız kalmamış demektir. artık nasıl üzdüyseniz kızcağazı arkadaşları size düşman olmuştur. uzatmayın, salya sümük olmadan gururunuzla gidin, o kadar da alçalmayın lütfen. 
Sevgili diğer erkekler, ne kadar aç olduğunuz, ne kadar az zamanınız olduğu önemli değil lütfen biraz kibar yiyin şu yemeklerinizi, sonuç değil süreç odaklı olun. unutmayın ki tokluk hissini veren çiğneme süresince salgılanan salgıların belli bir süre sonra beyinde yeterli konsantrasyona ulaşıp "doydun tamam" demesidir, diğeri sadece midenizi şişirmektir, karşınızdakileri tiksindirmektir, siz daha çoook bekar gezersiniz, yazları denizde donla yüzersiniz. :D

muhteşemim ya :D  (maşallah dee!)
wir machen das klar.. aso! yeaaayee-e, ououow babe.
    

3 Ocak 2009 Cumartesi

Do you ask yourself where am I now?


bazen hayallerin kendisi o kadar güzel oluyor ki, amaçlarından sapıp ulaşılması gereken, uğruna çalışılması, çaba ve güç sarfedilmesi gereken bir hedef olmaktan çıkıp o anın gerçekliğine dönüşüyor ve muhtemelen bunu geç farketmek sonradan çok can yakıyor, içinde bulunduğun anın hayal tadında geçmesi tabiki güzel :)

neşeküpü gibi bi günce olmasını diledim açarken ama ilk defa yorgun uyandım bugün onca zamandan sonra, ha bu beni mutsuz etti mi hayır, ama gerçek bu.

konu tango olunca hiç kendimden beklenmeyen laflar edebiliyorum, zaten duyanlar gözlerine kulaklarına hatta burunlarına bile inanamıyorlar: "erkekler tangoda herşey; siz varsanız biz de varız"  

hayatta herşey cluster modeli ile işlemeyebiliyormuş, zaman zaman waterfall modeli daha geçerliymiş, bugün bunu gördüm: helpdeskten mysql şifremi almadan saatlerce uğraşıp projemi localhostda tamamlamam hiç bir işe yaramıyormuş, nitekim o şifre olmadan yüklenmiyormuş.

yalan söyleyemiyor, kendi sırrımı kendime bile tutamıyormuşum. cahillik saadetmiş ve evet bazı soruların aslında cevabını bilmek istemesek de, aldığımız cevap beklediğimiz olmadığı için üzülsek de soruyormuşuz.
herşeye rağmen kendimi çok seviyorum ve galiba bu benim en büyük kusurum;
ha buarada kitaptaki artuk bey aslında gerçekten ismail hoca galiba, gerçek olamayacak kadar kötü :(