24 Şubat 2009 Salı

tanrım beni baştan yarat

mümkünse bu hayatım bitince bi de erkek olarak gelmek istiyorum dünyaya, erkek gözünden görmek istiyorum dünyayı, futbol oynayıp gol atıp yumruklarım havada dizlerimin üstünde kaymak istiyorum çim sahada,buz hokeyi oynamak istiyorum kemiklerim kırılır mı diye korkmadan, aptal geyik küfürlü muhabbetlerden zevk almak istiyorum, merak ediyorum nedir bütün bunlar; brotherhood olayını çözmek istiyorum, cidden.

bizim cinsimizi görmek istiyorum erkek gözünden, annemi görmek istiyorum erkek çocuğu olarak acaba sadece cinsiyetimden dolayı daha az sever miyim annemi diye merak ediyorum, ve de babamı merak ediyorum acaba bir erkek olarak kıskanacak mıyım onu. 

kız kardeşim olsun istiyorum, ona cool bi abi olmak, kıskanan, kızan kısıtlayan ürkütenden ziyade, havası atılan bi abi olmak, hemen her derdinde omzuma koşup ağlasın teselli bulsun güldüreyim istiorum o küçük kız kardeşimi.

işte böyle sevgili günlük,
bütün bunları isterken biryandan da ders programımı optimize ediyorum: saat kayıplarını en aza indirip, olabilecek en iyi hocalardan ders almaya çalışıyorum, ee kolay değil, on-bir-ders! 

kendime not: baştan gözünü korkutan herşey geçtiğinde o kadarda kötü değilmiş dedin ve başardın. kendini strese sokmaktan vazgeç. ve hiçbirşey aslında gözünde büyüttüğün kadar değil, maaşallahın var ışın mikroskobu gibisin.

geçen sene bu sıralar stephansdom'a bakıp woaa demekle meşguldüm, bugünse bal-kaymak yiyip, gülmekten karnımı ağrıtmakla,oh bea iyiki geldin tunca! 

23 Şubat 2009 Pazartesi

tıkabasa dolu hayatındaki bilmediğin boşluğum aslında

hani o bulamadığın, anlayamadığın, bazen düşünüp de bunca dolu doluluğun içinde yokluğunu hissetiğin şey'im ben aslında. şarkındaki "in your love, my salvation lies" nakaratınım defalarca, hiç sıkmayacak, içine huzur ve kalbine mutluluk dolduracak...

farklıyım senin dünyandan değilim belki de öyle kalsam daha iyi olabilir olabilirdi belki öyle kaldı bazı şeyler ya da değişti herşey, tatlı sevimli değerli...

üşüyorum, bana sarılsan, beni sen saçımı okşayarak uyandırsan.

özlüyorum; korkuyorum; istiyorum; mutlu oluyorum sonra düşünüyorum; ya...?

hayali, varlığından daha mı güzel, herşey kolay mı, ya da daha özel?
 
güzel şeyler hissetmek tersine insanın içini hafiletmemelimiydi hani, neden şimdi benim içimde, içimden beni daha da içimin derinlerine çeken bir ağırlık hâlinde bütün o güzel sözler?
dert, söylesem de söylemesem de, beşucu çıngıraklı değnek, iyiki varsın demek ya da seni özlemek...
 
biliyorum... 
sadece öyle olsaydı istedim. 

18 Şubat 2009 Çarşamba

don't think about all those things you fear...

dün öyle bir soğuk vardı ki, hepimiz farklı sebeplerden dışarıdaydık, bankada terzide berberde, bugünse hepimizin burunları kırmızı, o kadar çok hapşurduk ki kimse birbirine iyi yaşa demiyor artık, herşeye rağmen bu, şu an annemin fırından aldığı kadayıfın kokusunu duymama engel olamıyor :)

cenkle yollarımızı ayırdık, benim seninle işim bitti, mümkünse uzun süre görüşmeyelim dedi, rahatladım :)

bu hafta herşeyin başladığı haftanın yıldönümü efen'm. yine bir cuma günü ayrılmıştım uzun süredir konaklamakta olduğum evimden, yine bu vakitler bir goingawayfromhome stresi mevcuttu üstümde, aynı şekilde herşeye sulugözlülük edip ben gidince çok özlersiniz ama haa diyesim vardı..

hayat bir masaysa, yeni bir 70lik açıorum, muhabbet dolsun gün denen kadehlerimize diye, ve eski servisleri gönderiyorum üzerlerindeki artıkları, kılçıkları, çeri çöpü kaldırıyorum masadan, gelen beyaz tabaklara sadece güzel ve bütün kalmış parçaları aktartıyorum; gülümsüyorum etrafa, şef garsona, görüyor beni alıyor elektriği, gönderiyor en güzellerini. yeni ve sıcak balıklar geliyor masama, ya da masamıza, kadehler tokuşuyor, dışarının havası soğuyor içeriniki git gide ısınırken...

tarih tekerrürden ibaretmiş ya, görüceğiz gerçek mi, tesadüf mü ama yine aynı haftasonu aynı tarihde tekrar terkediyorum evimi ve bambaşka umutlarla yeni bir yola çıkıyorum bu cuma. enteresan muknatıssal bi duygu yükü oluşturuyor böle durumlar içimde, gitmek ve gitmemek arzuları birbirini çektiği kadar itiyor belkide.

...just be glad to be here

13 Şubat 2009 Cuma

yemeyenin malını yerler...

ben yemem, başkası yiyecek diye hiç gaza gelemem.. ama su götürmez bi gerçek, senin olana sahip çıkmazsan, sahiplenip alıp götüren çok olur. zamanını alırlar iki ayağın bir pabuçta kalırsın, dostlarını götürürler bakakalırsın, duygularını çalarlar, fikirlerini çalarlar sen onları kendine sakladığını sanarsın...

sadece bu geleceği planlama teşebbüsüm benim zihnimi fazla mesaiye bırakmasa mutluluk sınırlarını zorlayacaktım ama olmadı, kendim kaşındım.. hani noolurdu sanki bundan önce hep yaptığım gibi şansıma güvenip, elimden gelenin en iyisini yapıp sonuçlar gelince en son durum neyse ona göre davransaydım... 

şimdi 3. tekil kişiler burnumu havada, kendimi beğenmiş, hatta belki küstah, şukela bulacaklar beni ama çığlık çığlığa susuyorum ki erasmus grubumu tek geçerim, hani bir istisnai şahsiyet de vardı ama onun aptal tavırları bile çektiği video ve fotolar için katlanılmaya değermiş. 

kendimi sığ sulara demirlenmiş oralarda unutulmuş dolayısıyla pas tutmuş, yan yatmış, çılgın denizleri, engin dalgaları, özünü sözünü kimliğini unutmuş koca bir gemi gibi hissediyorum en aptal sanayi atıklarının aktığı bir körfez kıyısında ve dönmek istemiyorum o çok sevdiğim okuluma, küçük hesaplar peşindeki insancıkların arasına...

ödeme dengelerimin açık vermiş olması da belki bu garip hislerimi kuvvetlendiriyordur, bilemiyorum acaba nasıl karşılardım milyon dolarlık ameliyatımı beynimde koca bir tümör olsa, kime güvenirdim devlete mi millete mi, hayatım ne kadar ederdi, günün sonunda ne olur ne biterdi...

bazen sadece ipini salasım geliyor, zihnimden akıp giden kelimelerin, kendileri bulsunlar istiyorum cümledeki yerlerini, anlam ifade etsin ya da etmesinler, bütün olsun ya da bütünü bozsunlar ama özgür olsunlar...
 

7 Şubat 2009 Cumartesi

ve zaman boşlukta bir sonsuzluksa..

heralde neşeküpü de olmasa neredeyim, ne yaptım, neler oluyor, zamansal algımı tümden kaybediciğiim. günde 5 kez gelen piyasa son durumu mesajları ile 3 günlük hava durumu tahmini raporları bile beni keep-in-date(yok böle bişi ben uydurdum şimdi) tutmaya yetmiyor. finallerin sonu olan, benim de sonumun kale direğinin köşesi olan, top misali döndüğüm, o süreçten sonra şimdi hesapladım, bir haftadır evdeymişim! omg.
zaman bu kadar hesapsızca akıp giderken oyunun başrolü sevgili mutfaktır! hele ki birde tartım bu sabah 'esraaaa! 5 kilo vermişsin' diyince, zannedersem gece 1de mutfaktan çıkabilmiş olmam süpriz değildir! ha yok yanlış anlaşılmasın: kırdım, kestim, çırptım, karıştırdım, haşladım, kızarttım, yoğurdum, pişirdim, sarıp fırınladım filan... evet şu son 3 günde aşure yaptım, baharatı eksik thai yemekleri pişirdim(malum yeni iyileştim), yaprak sardım, erişte kestim, karnıbahar kızarttım, bulaşık makinesi yerleştirdim-boşalttım, buzdolabını temizledim, tabakların yerini değiştirdim vs. vs. uzun lafın kısası mutfak delisi oldum; biri beni durdursun yaaa!! şikayetçiden ziyade çok mutluyum bağımlılık yapicak diye ödüm kopuyor.
bağımlılık demişken, viyanadan önce bırakmıştım, uzunca bir süredir de temizdim, ama artık dayanamadım ve emrenin de gazıyla düşünmeden bir hamlede raftan alıp sepete attım kasada ödedikten sonra poşete bile koymadan direk çantama attım, akşam gelip uzun uzun mutlu dakikalar yaşadım; evet bir kavanoz nutella aldım!
bu arada 6 aylık rutin check-up'larımdan birini yaptırdım -çok yaşlıyım ya :P- yüksek kolestrolüm kalmamış onun yerine maaşaallahım varmış ondan verdiler :)
kırdığım dişimi nihayet tamir ettirmeye başladım, önce devlet babadan "müstehaktır" diye onay filan aldım organize sanayinin içine bi müdürlük açmış orda 15 kişiye rapor imzalattım filan sonra düşündüm taşındım, babam zamanında çalışıp kuruşu kuruşuna dürüstçe bütün vergilerini, sigorta primlerini ödedi ya onun için bu kadar az!? uğraştım bi diş için dedim ve karar verdim, babana bile güvenmeyeceksin hele devlet babana hiç! neyse salı sabah 10da randevum var umarım annem hatırlatır :)

hmm başka neler oldu bi düşünelim bakalım:
tunca: kültür şokunda. 
talat amcam: sigaraya başlamış yeniden(dejavu), efsanelerin aslında masal olduğunu söledi tekrar bana, gözünü korkutmaya çalışacaklar yılma dedi, akademide kalmamı en çok isteyenlerden biri o ve eğer kalırsam en önemli sebebi. 
babam: benim idolüm, acayip uydurmasyon ama enfes yemekler pişirmesiyle, rakının yanına çay içmesiyle, kalkıp gidip şehirleri, ülkeleri gezip gelmesiyle. günübirlik ankaraya mobilya bakmaya gidip geldi üstüne bir de fırında patates dolması pişirdi. 
aaa! sevgili günlük yandalım tam istediğim gibi, hatta iyi de notlarla geçtim! ama asıl bomba bölüm derslerimdi, tekrar düştü içime o '90 altı alan hayvandır' hissi; hele ki ispanyolcadan bile 95 yapmışken, tutmayın beni bu son dönem!

çok mu yazdım ne :) 
son olarak, show tv'de wipeout: izlerken ölecektim gülmekten karnıma ağrılar girdi! cuma akşamları wipeout geceleri düzenlene!  
günün favori şarkısı gelsin içimde yükselen chillout'umsu coşku eşliğinde :Grzegorz Markowski ve Michał Urbaniak ikilisinden Wymyśliłem Ciebie
  

3 Şubat 2009 Salı

ben aslında 3 çocuklu bir anneyim

yok artık daha neler mi :)
mutfaktaydık, annem söyleyince farkettim ben de: sanki herkes beni bekliyormuş; benden ilgi bekliyor, bana şımarıyorlar tek tek. Zor iş bu çok çocuklu annelik hadisesi...

şaka gibi ama gerçek: şubat gelmiş, "nassı yaa" di mi, bence de. koca bir fall semester bitti görkemin dediği gibi. 

zeynep çilek kızına kavuştu, pek de sevinemedi nitekim annesi de kardeşine kavuşmuştu, e haliyle kıskançlık krizine girdi :)
efe, nasıl tatlı olmuş, saçları uzayınca rengi açılmış, sarışın olmuş resmen, dümdüz saçları, kocaman bir gülümsemesi, pofuduk yanakları, bir de sessizce oturup oynayışı var ki çok tatlı, herif herif :)

cenk beyle hâlâ bi buluşamadık, dişim hâlâ kırık, nerdesin sevgili dentisim!

şunu farkettim, ben bırak herkese yetmeyi, aslında kendime bile yetemeyebilirm; düşünmek sevdiklerim hakkında endişelenmek, onlarla ilgilenmek, tabi ki güzel birşey, ama bir noktadan sonra bana pek de fayda sağlamayacak gibi.. 

tatille ilgili çok verimli planlarım vardı, 4 gündür evde, dolayısıyla tatilde olduğumu göz önüne alır birde hiçbir şey yapmadığım gerçeğini bunun üstüne koyarsak, 4-0 gerideyim.

bu arada tv'de haberleri izledikçe o kadar sinirleniyorum ki o hiç sevmediğim tarih'i bile oturup çalışıp zehir gibi öğrenesim sonrada siyasal bilimler filan okuyasım geliyor. ne kadar rezil ellerdeyiz biz ya, keşke insanların tek ve 'gerçek' derdi dersleri filan olsa; ekonomiymiş, gelecekmiş, ülkenin istikrarıymış filan sadece nşa kabul edilse hep ceteris paribus kalsa...    

bizim için gelsin çok sevdiğim '80ler gençliği': bülent ortaçgil- bu şarkılar adam olmaz...