29 Mart 2009 Pazar

öyle biri olsun istiyorum ki

hayatımda, mesela benim yerime düşünsün bi çok şeyi, mesela çamaşırlarımı yıkasın, ütülesin bi güzel, sonra da birbiriyle daha uyumlu olanları biraraya koysun, hem de hava durumu ile o gün vakit geçireceğim ortamın ısısına göre kombinlesin altla üstü ve ben hiçbir sabah ne giyicem bugün diye mal mal açıp bakmayayım dolabıma bi daha. hatta gitsin benim yerime alışveriş yapsın bilsin neyi severim, ne bana yakışır, neye ihtiyacım var vs. sonra bi de günlük, haftalık aylık listeler çıkarsın bana desin ki: esra, şu gün şunun başvurularının songünü, esra sevdiğin grubun konseri bugün burada vs. sonra da ben istemeyince yok olsun gitsin hayatımdan. 

kısa kısa bu hafta: kefi milonga, böğürtlenli şarap, se'de bu sefer mercimekli köfte, tsm ve 3 güzel sesli kadın, cips-bira-çikolata, özge, kendin edip bulmaca-davetsiz kalmaca, özge, sen annemi ağlattın, penti!, m&s autograph pabuçlar, havaalanı, kaza sigortası...

25 Mart 2009 Çarşamba

hiç gelme gideceksen...

sensiz yediğim leziz bir yemekte, sessizce usul yağmurun altında yürüdüğümde, güzel bir film izlediğimde, bir espiriye karnım acıyana kadar güldüğümde...
ya da
kabus görüp ter içinde uyandığım bir gecede, okulda işler ters gittiğinde, ateşimi düşüremediğim için acile gittiğimde...
aklıma ilk gelen, keşke burada olsaydı diye içimden geçen, telefona sarılıp sesini duymak istediğim sen, unutmuşsan pazartesi olmadı salı yiyeceğimiz balığı, ve beni aramamışsan...
ne gelir ki elimden, iki kişilik oyunumuzun kurallarını sen tek başına belirlerken... 

23 Mart 2009 Pazartesi

kalan 10 günde bunu başarabilir misin sence?

merhaba sevgili neşe küpüm,
korkma bugün aşık kız triplerinde yazmicam sana, nitekim gerçek hayatın o denli pençesindeyim ki yazamıycam. zaman bazen o kadar baskıcı ve acımasız oluyor ki, sarıp sıkıp canımı acıtıyor, sonra da hiçbirşey olmamış gibi hafifleyiveriyor birden, sanki dalga geçer gibi, neden o kadar strese girdin ki der gibi. sonunda oldu da bitti maaşallah, hatta boş boş oturacak vaktim bile kaldı bu akşam bi dünya, blog filan okuyup resmini beğendiğim eyaletlerden kendime üniversite bile baktım di mi, öle işte.

konuşurken tek dil kullanmakta bariz bir problemim olduğunu farkettim, evet ben de türkçeyi katledenlerdenim. ingilizceyi kullanmak ya da ispanyolcayı/ almancayı aslında sanal gerçeklik psikolojisi yaratıyor galiba bazen. nasıl ki internette gerçek hayatta dile getirmeyeceğin şeyleri bağıra bağıra yazma cesaretini buluyorsan, konuşurken araya kattığın diğer dillerle de bunu yapıyorsun galiba.. "herşey çok güzel de biraz put-on-weight durumu var sende" demek, "yahu sen kilo almışsın işte" demekten daha hafifletici gibi sanki.

şimdi dön bak arşive kim bilir kaç tane lisansüstü eğitim hayali paylaşmışım seninle, ama sor bakalım kaç yere başvurdun diye, tabiki koca bir sıfır tane! dersleri kategorize etti tunca bugün marketing'i çok seviyorum ama ben öyle vıdı vıdı konuşamam, az laf çok işlik dallar daha bana göre: mis, om, logistics gibi dedi, beni de derin düşüncelere sevk etti. ben o dersleri çok iyi anlarım, pek de güzel yaparım ama hiç sevmem, bu durumda "çok laf az iş"cimiyim ben? 

özgün'ün doğumgünü, kutladığım en güzel, en spontane günlerden biri oldu, herşey bir gaza getirme-gelme zinciri olarak vuku buldu, çok da iyi oldu.

geçen sene bu zamanlar ne yapıordum bilior musun? bilmesen de olur, çünkü şu an benim umurumda bile değil.

iyi geceler.

20 Mart 2009 Cuma

in an ordinary day, the extraordinary way

iki gündür bir durgunluk var üstümde, mutsuzluk değil ama öyle, ki bugün yediğim dev milka çikolata bile çözüm olmadı halime. gerçi sabah hoplaya zıplaya neşe kelebeği modunda kalktım o ayrı.

şimdi gel gelelim durgunluk altyapısı oluşturabilecek olası sebeplerime: tunca; şu okuldaki muhtemelen en değerli insan; andaç almayacakmış, efenm neymiş zaten görüşmek istedikleriyle görüştüğünde onlar hakkında ne hissettiğini yüzlerine söylermiş, bir de andaça yazıp 7aleme duyurmanın ne mânâsı varmış: bu biiir.
 ikincisi; neymiş efenm ben hocaya yaranmak için öle demişmişim; çok pardon ama kimle karıştırıyorsunuz beni, ben mi hocaya yaranmaya çalışacak mışım? hangi sebeple acaba? sakın mezun olur olmaz başına kurulacağım, babamın bir şirketi olmadığı; tamamen kendi imkanlarımla, daha doğrusu alnımın teri, bileğimin hakkıyla söke söke okuduğum için olmasın?? mantıklı bulduğum, saygı duyduğum insanlardan böle bi tepkinin gelmesi en çok acıtan tarafıdır canımı. nasıl ki siz orada işinize gelen şeyi, düzeni değiştirmek pahasına savunuyorsanız, ben de gayet düzgün bulduğum düzeni korumak yönündeki yorumlarımı sesli bir şekilde ifade etme hakkına sahibim.

durgunluğumun bir başka sebebi yazılım sınıfımdaki çatlak gençlerin aralarında maç yapıp, yenilen tarafa aldırttıkları 7 kilo! baklavayı derse getirmeleri, bizim de burnumuzdan gelene kadar kutu kutu baklavaları yemiş olmamız, sonucunda da komaya girmiş olmamız olabilir, bilemiyorum :)

form'um 10 numaraymış korumam lazımmış, yüzme işi de yattı, bişey yapmalı.

mütevazilik abidesi, genious insan, akademik idolüm, kendimizi kendimize harcattırmayacağının mesajlarını verdi bugün ve dedi ki : "never settle for less than you deserve". 
i won't settle hocam, also i won't settle leila'cığım ;)

bir de zihnimde otoyollara yönelik öyle bir duygu var ki, maalesef karşı koyamıyorum ona, ve sevdiğim kadar da nefret ediyorum bütün otoyollardan, çünkü mesafeleri kısaltıp kavuşturdukları kadar da hızlı oluyor, biten yolların sonunda ayırmaları...

burkulan bir iç, her otoyollu sabahta;
beraber yenmek için saklanmış bir kutu çikolata, 
ve esra yollarda, çünkü ortaçgil bu gece burada... 

17 Mart 2009 Salı

In god I trust

paramın üstüne yatıp, beni günlerce atlatıp, telefonlarıma bakmayıp kârlı çıktığınızı düşünüyorsunuz ama bilmiyorsunuz ki, ben ilahi adalete inanırım. çok pis ödersiniz o 10-15 lirayı sonra da bilemezsiniz bütün bunlar niye geliyor sizin başınıza.

bana erkeklerin acayip bir şekilde nazarı değdiğini düşünmeye başladım, daha önce ayakkabılarımı beğenen "biri" olmuştu, akşamına tekinin topuğu yoktu, bugün de sınıftan biri "derslere hep bu kupayla gelip duruyosun çok kıskanıyorum bi tane de ben alicam" dedi, hoop 5-10 dk içinde kaybettim yüzyıllık termos kupamı kantinde dolanırkene, odama geldim bi baktım aaa kupa yok, nerde?   

şimdi durdum tekrar deştim de üstüne sünger, yüreğimde siğneye çektiğim bazı şeyleri, sinirlendim birden kendime, sonuçta bir insan elinde büyüdüğünü iddia ettiği hakkaten senelerce beraber büyüdüğü birini bi kalemde niye siler ki? var demek ki bi terslik, millet silsin sen sev, aferin.

yok yok ben bu derslere yetişemem bu sosyal ortam kelebeği halimle, benim aktivite olarak ders çalışacak insanlara ihtiyacım var, ders çalışın azıcık ulên! hayır anlamıyorum, sabah yataktan kalkmayıp, derslere gitmeyip, derslerden erken gelip, bir de üstüne ders, ödev vs hiç bişi etmeyip nası geçiyosunuz bu sınıfları, geçiyosanız da nasıl rahat ediyo içiniz, aldığınız bursların hakkını nasıl ödersiniz? parito durumu benimkisi galiba bir yerden sonra ne kadar çalışırsan çalış %2o'si kadar geri dönüyor sana...

dinmiyor şu gönlümün kavuşmak endişesi

benim çok güzel, el yapımı koca bir seramik kase olduğumu düşün, ama henüz pişmemiş...
eğer gidip pişmezsem, görmem gerekenleri görmez, yaşamam gerekenleri yaşamazsam, ömrüm uzun olmaz. beni kullanmak istediğin anda eline yüzüne bulaşırım, yumuşar erir bozulur giderim...
e pişince rengimden, canlılığımdan, o ilk taptaze mis gibi kokan havamdan bişeyler kaybederim illahaki, daha kuru daha sert, daha soluk renkli olurum belki, ama sağlam dayanıklı ve daha faydalı bir hale gelirim. hem sonuçta istersen beni güzelce boyayıp binbir renge bürümek senin elinde, üstümü vernikledin mi bir de bozulmam artık ben senin ellerinde, ömürlük olurum hayatının en güzel yerinde, ta ki sen beni düşürüp param parça kırıp sonsuza kadar kaybedene kadar... ama beni yıpratmazsan, hor kullanmazsan, dikkatli davranırsan ne kırılırım, ne bozulurum, ne solarım artık; bir kere piştikten sonra...
işte bu yüzden canım, galiba gitmem lazım. 

22.56 16 mart stuttgart

15 Mart 2009 Pazar

ben bugün hiç doymadım ki :]

evet sevgili günlük bugün aslında aç değildim ama doygunluk hissi de hiç gelmedi, sürekli canım ne olduğunu bilmediğim birşeyleri yemek istedi, vitamin dozajımı arttırsam iyi olicak galiba..

ben başkasının yaptığı yemeği yemeyi sevmiyorum, ve mutfağımı bugünlerde çok özlüyorum, kendi kendime garip kombinasyonlar yapıp adı olmayan yemekler pişirmek var içimde ama gel gör ki, iki gündür sadece meyve, peynir-ekmek, müsli, gevrek yiyorum. annem kızdı öyle yemek mi olurmuş diye, fikir ver o zaman ne yiyeceğim dedim, veremedi. allahım nolur bu kulunu mutfaksız bırakma, bak görüyosun varlık içinde yokluk çekiyor sonra.
 
tango beni neden yoruyorsun :P kareografi çalışmalarımız son hız devam etmekte, ben çıkar mıyım sahneye bilmemekle beraber çok eğleniyorum, şapka takıp kaşımı kaldırmayı, poz vermeyi, boşluğa bakıp gülümsemeyi çok seviorum: yaşasın show business :)

çamaşır yıkamaktan, daha doğrusu galiba sıkmaktan, ellerim yara oldu; yurda jetonlu makine koymayan zihniyetsiz zihniyeti eshefle kınıyorum, ne yani kardeşim ben kıyafetimi, donumu, geceliğimi tanımadığım elin adamına mı vericem yıkasın diye, hem bakalım biliyor mu ne nasıl yıkanır, ne kadar sıktırılır, nasıl kurutulur? bilmiyo tabii nerden bilecek! paramızla rezil oluyoruz. hayır benim malım çok kıymetlidir, hele ki boyuma göre kıyafeti zor bulduğumu hesaba katarsak, bir de kokular hakkındaki saplatılı halimi de göz önüne alırsak ciddi mesele bu laundry olayı.

üşütüp durduğum, sonuç itibariyle de hasta olduğum için inadı bıraktım gittim bugün kendime kalın uzun bir kaban aldım, bele kapşonu kürklü olanlardan, pek bi sevindirik oldum sonra, artık ya üşürsem diye çantama hırka, eldiven, atkı takviyesi yapmak zorunda kalmiyiciğim :)

beni anlamasını delice istediğim "bazı kişiler" var, umarım onların bunları okuması için bi gün trajik bir şekilde ölüp arkamda nesekupu.blogspot.com yazan bir not bırakmak zorunda kalmam :]

y harfi çalışmayan ve iki işi bi arada yapamayan, tık ile pıt'ı arasında bir ömür geçen emektar ibm'im artık kabak tadı vermeye başladı(o nasıl bir tadsa öyle, halbuki ben kabağı severim, hele ki baklabağının tadına bayılırım, bu durumda bu benzetme buraya uymadı galiba, neyse canım lafın gelişi işte), napicam ben bunla hiç bilmiyorum... evlat gibi, atsan atılmaz, satsan satılmaz...

bu yazı da burada biter, esra tıpış tıpış yatağına gider....  

12 Mart 2009 Perşembe

applying beauty

ay ay ay ay ayay yaay!
biyeri tutuştu derler ya aynen ondan oldum! çok sıkışmış hissediyorum kendimi, krizin "teğet geçtiği" bir ülke olarak amerika birleşik krallığının 1,5 katı işçi çıkarmışız ekimden bu yana... allam bunca işsizliğin olduğu bir ülkeye mezun olmak, annenin sıcak yumuşak şevkatli güvenli rahminden acımasız kaktüs tarlalarıyla dolu bir dünyaya doğmak gibi olsa gerek.. mümkünse biri acilen zamanı manipüle etmenin yolunu bulsun ya da hiro nakimura gerçek olsun zaman yavaşlasın ben mezun filan olmayayım.
applied workshop dersinden çıktıktan sonra mihendislik dersimden önce 2 saat aram vardı, oturup izmirde iş bakayım bari dedim, hani gitmek zor geliyor ya arkada bırakıp; ama gel gör ki kalmak çok daha zor, iş filan yok ya, tek kayda değer ilan schneider'ınki, ki ben ona çoktaan başvurmuşum yazın, cevap da gelmediğine göre fake bunlar; pehh.
şunu anladım ki burda bana ekmek yok, ya elimde kalan azıcık değerli vaktimi potansiyel bütün kaynaklara başvurarak harcıyacağım ya da daha sonra kendimi harcadığım için başımı duvarlara vuracağım.

düşündüm taşındım, "herşeyi bırakıp kalabilirim delilik hâlim"in geçici ve tehlikeli bir hâl olduğuna karar verdim.. ne de olsa her günün sonunda gece yataklarımıza girip de gözümüzü yumduğumuzda hepimiz yalnızız, kendimizle başbaşayız, öyleyse kendi paçamızdan asılmak lazım, hemde koparana kadar.

gece yatarken dua ettiğimi söyledim anneme, duygulandı, olgunlaştığımı görmenin güzel olduğunu söyledi, elindeki en değerli varlığının ailen ve sevdiklerin olduğunu anlamak ve onları kaybetmekten korkmak olgunlaşmakmış demek ki... 

gmat patladı galiba sevgili günlük bu arada, mayısdan önce sınav yok.. yok yok adam olmam ben... neyse bu haftasonu herşeyi koyucam yoluna, çalışma planımı çıkarıcam, toefl ile gmat'i de eklicem. ders vermeye de başlıyorum tekrar haftada iki gün akşamları, arada bi de tango var... hmm faydalı bişiler daha lazım... seminer ödevini güzel bişiler yapıyım da sonra paper olarak göndereyim bi yerlere bari...
hadi bana müsade biraz dinlenicem vücudum hâlâ yüksek ateşin tahribatını tamir etmekte...

10 Mart 2009 Salı

heyecan...

ömrü hayatımda daha önce heyecanlandığımı iddia ettiysem bile hepsi yalanmış, heyecan böylesine içine dolan sevgiyle boğulup nefessiz kalmakmış, heyecan mutluluktan ağlamakmış.
mutluluktan hakkaten ağlanırmış, insan ne kadar sevdiğini işte o damlalar gözünden düşmeye başladığında anlarmış.
yıllar önce bir yazı yazmıştım, kendimi bin parçalık bir puzzle'ın parçaları gibi hissettiğimi anlatan, şimdi yeni bir yazıdır bu silinip üzerine yazılan; tekrar puzzle parçası gibi hissediyorum kendimi, bu sefer sadece 2 parçalık ve diğer parçam da kayıp değil artık, hemen yanımda, kollarımda.
tabi ki korkular hiçbir zaman yakamızı rahat bırakmaz, ama gerçek şu ki: hayat bu, korkarak yaşanmaz...

öyle bir mutluluk ki senin varlığın...
iyiki varsın, iyiki doğmuşsun!
teşekkürler tanrım. 

9 Mart 2009 Pazartesi

bugün çok güzel bir gün

şu sesle tanıştım ya, handmade neşeküpü'mü bitirdim ya, ölsem de gam yemem artık, çok yoruldum çok emek, çok vakit, çok sevgi koydum bu yola, ama güzel de oldu, şu an döktüğüm soğuk terler heyecandan mı hastalıktan mı bilinmez, allahım sana geliyorum hissini yaşamak hiç koymuyor bana: mutluyum.

gidersen bana da bir dengini yolla
dinerse gözyaşın, beni de ağla
arkanda beni bırak, gönlüme aldırma
ardımda bir beni bırak, gönlüme duyurma

7 Mart 2009 Cumartesi

i'm not beautiful enough, to go out with you tonite

bugün, yüzyıl gibi geçmiş olan 3 günlük hastalık dönemimin en güzel iki teklifini almış bulunmaktayım: ilki nyu polytechnic enstitüsünden, gel bizde devam et eğitimine, bak yurtlarımız yeni, yerimiz güzel manhattan'a 15 dk mesafedeyiz, burs filan da veririz hem de application deadline'ını mayısa kadar uzattık demiş maykıl bey mailinde. :) ikincisi ise daha yakın mesafede şehir içi bir aktiviteye daveti, gidilecek yerden çok davetin geldiği yer cana dokunacak cinsten, maalesef hastayım ve dışarı çıkamadığım için yastayım (kafiye olsun die, ehe) .

izmirde aradığım hiçbirşeyi bulamıorum, çıldıriciğm. ya benim beklentilerim çok yüksek ya da bu şehrin kalitesi çok düşük, anlamadım gitti.

müzikalite olarak doom'a bir meğil gözlemlemekteyim kendimde son günlerde, "tam oturup ağlanası" şarkılar dinleyip duruyorum, ağlamaktan ziyade gayet ılık, tatlı ve yumuşak duygularla dolu bir huzur buluyorum. mesela candan'a fena sardım, ortaçgil'den zaten vazgeçemiorum, araya biraz jazzanova, sophie barker, saturnine, sia filan da karıştırıyorum güzel oluyor.

geçen sene bu zamanlar üstümde siyah yün elbisem, bermuda'da bayaz mugdan bira içiyordum galiba, güzel eller ilk defa terlerken... sadece...herşey çok güzeldi...
 
ayh şu yazı yazıldı bitti, benim içim daha da bi gitti, geçen sene bugün........
carlos libedinsky - el aire en mis manos
ich liebe dich

5 Mart 2009 Perşembe

vergisi yüksek bir hayata konmuş benim ruhum...

ben ne kadar kendi başına dimdik ayakta pozlarına yatıyorsam, hayat da bana o kadar  ağır vergiler kesiyor, ben ne kadar mutlu oluyorsam, o kadar da hasta oluyorum, sağlığımın vergisini aksatmadan her ay düzenli ödüyorum. sesim gitti ben de bilmiyorum nereye, ardından şımarık küçük kız çocuğu tonu bıraktı gırtlağımda, şimdi o tondan sesleniyorum hayata, duracell ayısı günlerimde değil de, çinko karbon pil günümdeyim bugün, hoppa duppa koşup çoşarken tak diye bitiverdi pilim, gidiverdi sesim.
foundations of software dersinde ölücem sanan arkadaşlarım teknik destek ekibi bile kurdu, taylolhat yapıp üstüne de sıkma portakal filan içirdi:P

bu sene hergünümü geçen sene bu zamanlar şunu şunu yapıyordum, şu şöyle bu böleydi diye değerlendirmeye başladığımı farkettim, hayatımda ilk defa, compare & contrast tadında muhasebesini tutuyorum günlerimin, enteresan.

bilinmeyenin çekiciliği diye birşey yokmuş, bilmenin hafifliği ve rahat bir mutluluğu varmış, tabi sorup bulduğun, almak istediğin cevap olduğu içindir belki ama, böylesini tercih ederim, biberli ya da ballı, kara ya da ak, gerçek daha berrak, daha ferah.

dönem başlayalı 2 hafta oldu ve ben mezunolmadanbikeregünügününeçalışma harekatıma başlayamadım, belki de hiçbir zaman başlamamalıyım :) herneyse sevimli hasta bir kurbaaa olarak seslendim bugün hayata ve sana sevgili neşeküpüm, gel eğil azıcık da yanağından öpüüm :]

3 Mart 2009 Salı

ve bu öyle bir mutluluktur ki....

içimi hafifleten, hey cennet bu galiba detirten, yürüyüşümü değiştiren, konuşmamı sakinleştiren...
mutluyum sevgili günlük, sabahın 10unda ve çok güçlüyüm. 
for you my gentle lips, my gentle hands and my eyes gently gaze...
bitmesin, bitmesin, bit-me-sin.
...içimdeki senfoni: piano solosuyla girer, derinden violinler devam eder, bas'lar ve flemenco gitar...
---------
akşam 11 edit'i
şimdi uyusam biter mi bu rüya hali?
sabah uyanınca gerçekten mi uyanırım sanki?
candan, ben kimim...

2 Mart 2009 Pazartesi

bu teomanın yağmurudur

dış seni içi beni yakar tarzı bir yazı, ya da kısacası: yok başlıkla bir alakası :)
o kadar hızlı geçti ki zaman hafta demeye dilim varmıyor, sanki daha da uzun birşeydi bu, haftadan daha öteydi. hayatımda irili ufaklı birkaç şey değişti, kfc'den nefret ettim ve bütün bilimum kızarmış etli şeyden, yollardan nefret ettim ve chp'den, sonra akp'ye oy veren/verecek insanlara kızmayı bıraktım, verin anasını satayım. içime gelen dinginlik, ne gerek var ya gitme kal buralarda hissim bu trafik, bu insanlar tarafından alınıııp götürüldü. gitmek istiyorum terketmek istiyorum bu ülkeyi ve diğerlerini bütün çarpıklıklarıyla başbaşa bırakmak geride. 
alışverişe gitmekten, alışveriş merkezlerinden officially nefret ettim, ilk defa kardeşime, babama ve diğer erkeklere hak verdim, eski nevresim takımımın aynısını almak için 2 saat yol katedip ikea'ya gittim ve elimde sadece beyaz bir çarşafla geri geldim.

aslında daha bi çok şeye kızdım, speedo'ya, forumda son ses düpdıduru blues çalan zihniyete, sonra hatırlıyorum da bir ara oturup ağlamak istedim neden bu kadar uzunum diye, genlerime kızdım, içtiğim onca süte... çok uzunum be günlük, hiçbişi olmuyo bana, dansta partner olmuyo, mayoda beden olmuyo bedeni olan kısa geliyo, boyu olan bol kalıyo filan, walla aşırı uzunum günlük, bakıyorum metroda milletin tepesinin açıldığını filan görebiliyorum ayakta dururlarken bile, sonra da 3.tekil kişiler kızıyor bana o bize tepeden bakıyor diye, ne yapayım doğam böyle...

kendime not: toplu taşıması çok gelişmiş bir şehirde yaşa, özellikle raylı sistem ağı geniş ve gelişmiş olsun, böylece sen kullanmasan bile şehrinde trafik sıkıntısı yaşanmaz.
kendime not 2: bi toprak parçan olsun, hiç olmadı toplar plı pırtı gider orda kendini toprağa vurusun, yetiştirdiğin hormonsuz domates, bostan patlıcanla avunursun.