28 Şubat 2010 Pazar

remedies

*Her nasıl olduysa hiç 22 olmadım.

*Lisede hevesimi yeterince alamamış olsam gerek, sedef-pirinç-ahşap bilekliklerime; aslında granade (granat) olan ama insanların garnet diye adlandırdıkları yarı değerli taş kolyeme; kulağımın tepesindeki deliklere taktığım küçük halka küpelerime geri döndüm. Bütün bunların sebebi, eski günleri hatırlatan yandan fermuarlı kısa bir kot ceket almış olmam olabilir. Ya da güçlenen corporate tarafımı dengeleme içgüdüsü... who knows.

*Gözü başka birşeyi görmeyecek kadar, bir konu hakkında heyecanlanmak, unuttuğum güzel bir duyguymuş... Daha okula bile gitmezken bir yaz bodrumda bacağımın ön tarafını boydan boya yarmıştım kayanın birine takılarak, böyle uzuunca bir yara izim vardı. her yaz bakar bakar üzülürdüm, hiç geçmeyeceğini düşünürdüm. Şimdi bakıyorum da hangi bacağımdı o izi olan hatırlamıyorum... o koca iz bile silindikten sonra...

just remember, your soul has a light
and no matter how dark it gets
there is a way to heal and get through the night.
solasoap-right away

26 Şubat 2010 Cuma

dikkat, bu post uzundur!

Selam bilog,

Bir "okumaktan sıkıldım artık" konulu yazıma daha hoşgeldin. 15 gün olmuş tabi yazmayalı, bu arada neler gördük neler geçirdik (ben ve ben olarak) hiç sorma.

Hayatımın en "strike" depresyonuna girip çıktım, feci bişiydi, gece uyumak yerine yatağın tepesinde oturup Fight Club izledim. Sonra düşündüm eğer yarın öleceğimi bilsem "yaşamak istediğim hayat buydu" diyip huzurla gözlerimi kapatabilir miyim diye... kapatamadım, gözlerimden akan o uyku bilmediğim diyarlara kaçtı, gitti ve gelmedi. 3 gün insomnia gibi dolaştım, uykusuzluktan ölecekmişcesine ve uyuyamayarak.

Bütün bu olanlar staja başvurmamama sebep oldu, çünkü iş hayatını bir geçiş olarak değil yaşam tarzı olarak gördüm hayat denen "big picture" da ve private equity hayatı yaşamak istemediğime karar verdim. Trilyon dolarlık adamların paralarını yönetip yüz-binde-biri kadar bi maaşla sıradan bi hayat fikri mutlu etmedi beni. Olası işimin ne kadar gelecek vadettiği, ya da ne kadar sağlam olduğundan ziyade, beni ne kadar mutlu edebiliceğinin önemli olduğuna kanaat getirdim.

Bu arada hem etmediğini bırakmayıp, hem de dönüp yüzüne hayatım diyen kaç yüz milyon tane çiğ insansı olabileceğini gördüm ve aklım almadı. Amansız hastalıklara yakalanmaktan korkmayı bıraktım işte tam o anda, çünkü onlar için bile en azından destek tedaviler vardı, ama bu organizmalara, insaniyeti getirecek bi aşı henüz icat edilmemişti.

Artık ders çalışmıyorum bilog, sadece düzenli yaşamaya özen gösteriyorum. Hâlâ kirli kılıfıma kadar herşeyimi ütülüyor, 40 çeşit kremimle cildimin isyan eden bölgelerini besliyorum ama ders çalışmıyorum. Sadece zorunda olduğum ödevleri yapıyor sonra da zaman yine nasıl bitti anlamadan, "bu sefer erken uyumalıyım" diyip yine gece 3 de yatıyorum. Aslında kendime de haksızlık ediyorum. "passed by distinction" yazmasa da sınav kağıtlarımda, elimden geleni yapıyorum. Sonuçta akademisyen olmak istemediğime karar verdiğime göre, her boş bulduğum anda paper okumak zorunda değilim ya, değil mi?

Bir de böylesine piyasaya yönelik bir programda, hocaların "pure academic" olması bana çok saçma geliyor. Herkes bir Feyzullah olmalıydı burda, piyasanın tozunu attırdığı halde başka hissiyatlarla gelmiş fakülte insanı olmayı seçmiş olmalıydı. Ve doktoraya gitmeme kararımın ne kadar yerinde olduğunu görüyorum.

Oda arkadaşsız single hayata gitgide alışıyorum sanırım, tek eksikliğini hissettiğim şey, sürekli ders çalışıp benim de içime "ders çalışmalısın sen de çabuk masanın başına!" dürtüsünü sokan kimsenin olmayışı, bir de sabahları kendi sorumluluğunu alıp uyanmak zorunda olmak ayrı bir dert ama ne de olsa beni bekleyen hayat bundan böyle, böyle.

90 kuşağını sevdiğime karar verdim, böyle hayran gözlerle bakmaları, bana soru sormaları, birşeyler danışmlaarı o kadar hoşuma gidiyor ki, mentörlük fikri inanılmaz güzel geliyor.

Dünyanın hakiminin "quant"lar olacağı doğrultusundaki geniş yanılgı artık baydı beni. Hayır efendim siz mühendisler hiç de sandığınız kadar mühim değilsiniz; elektronik, kimya, fizik okuyup sonunda HRcı ya da finanscı olmak da neyin nesi? bizim daha çok sosyologa, böcek bilimciye, antropologa, avukata, simultane çevirmene ya da sanat tarihçisine ihtiyacımız var, daha fazla nerd'e değil. Fikrin kaynağı için bkz: what is education for.

Voleybol oynamayı seviyorum, oradaki takımın bir parçası olmak, kaçan topta dalga geçip gülmek, kazanırken de kaybederken de eğlenmek haftanın en güzel olayı oluyor çoğunlukla. Ve dizimde bu morluklarla dolaşmak acayip iyi hissettiriyor :))

işte böyle sevgili bilog,
bu arada kendime iki takım aldım : etek ceket :) kulağa garip geliyor değil mi :D

10 Şubat 2010 Çarşamba

büyümek vakti gelmiş ve geçiyordu

ama havva! o elmayı ısırmayacaktın...

Nerden başladık ki taviz vermeye?
Hangi yol ayrımıydı o, ışıksız gecede tabelasını kaçırıp da son çıkıştan çıkamadığımız?

ben bu değildim...

Bu olmayacaktım,"hikaye bunlar!" hep değil mi? Daha buraya gelirken ilk günden başlamıştı "corruption" belki de, "souls for sale for finance" sadece mazeretiydi kimbilir.

bir zamanlar inanmıştım oysa ki...

Artık sevilmeyi hakettiğime inanmıyorum, arkadaşlığım öyle çok da "paha"lı birşey olmasa gerek. likiditesi yüksektir heralde, heran bozdurulup harcanabilir.

Gel gör ki kin de tutamam ben, öfkelenirim en çok, o da geçer gider.İki gün sonra durur yine gülümserim insanların yüzüne.

gözlerin bu kadar mı iki hüzün, ellerin istanbul bugün...

Siyah elbiselerimi kabuğum sanırdım hep, "shell" değil "peel" miş o kabuğumun meğerse.

"Güven kazanılmaz, ancak kaybedilir" diye düşünmek sonumu getirecek belki de. Herkese dağıttığım o güveni sevdiklerimden kazanmam gereken rezervden harcadım heralde.

İnan ne yapmam geretiğini bilmiyorum. Doğru ve yanlış, olması gereken ve olmaması gereken ne hiçbir fikrim yok.

dönmek ne mümkün...

Sadece dost kaybetmek artık dayanamayacağım bir yük.

6 Şubat 2010 Cumartesi

başımda kavak yelleri

*Nasıl geçtiğini anlanmayan bir hızla geldi girdi hayatıma şubat ve her gün notlarıma tarih atarken artık 2010'da oluşumuzun çok da garip gelmediğini farkettim. Yani daha 2000li yıllarla nasıl başederiz diye düşünürken 10 yılı geçmiş bile...

*Bütün gün eski şarkıları dinledik, eski derken 90lar ne kadar güzeller öyle..

*Erkeklerin aynı sözleri bu kadar içten inanarak, birbirlerinden habersiz, başka başka yerler, başka başka zamanlarda aynı şekilde söylemesi çok enteresan doğrusu. Erkeğin kıza sarıldığı sonra dönüp boy aynasına baktığı ve ne kadar da "perfect match" olduklarını söylediği bi masal okutuluyordu da ilkokullarda ben mi kaçırdım acaba?

* "Ne kadar güzel bi gündü değil mi?" diye sormak, teşekkür mü etmektir, yoksa geçirttiği güzel günü onaylatmak mıdır? bilemiyorum.

*Zannedersem hâlâ üniversitedeyken hayatın dönemlerini benchmark edecek birşeyi oluyor insanın, daha sonra çalışmaya başlayınca geriye sayacağı birşey kalmadığı için zaman daha da hesapsız geliyor belki.

*Küçük vs kalabalık, yerel vs uluslarası şirket karşılaştırması yaptık bu hafta mentörümle, ve birçok şey için tekrar ne kadar da şanslı olduğumu anladım.

*Perşembe günü defalarca aynı servisi kaçırdım ve sonuç itibariyle o gün taksimden servise hiç binmedim.

*En büyük ve beklenmedik korkularla karşı karşıya kalıp yine de istediğim o anda kendime durup "demirden korkan trene binmez ki" dedim. Enteresandı çünkü yazmaya bile kortuğum düşünceler ve duygular çarpışıyordu zihnimde.

ve hayatımın en lezzetli dublesini içtim dün meyhanede.

1 Şubat 2010 Pazartesi

wish it's just pms

Çünkü böle dişlerim dökülene kadar gıcırtadasım var, 5 dkdan uzun düzgün konuşamıyoruz mif eşrafıyla nedense...

what-so-ever.

Görüşmeyeli turizm sektörüne şöyle bir geri dönüş yapıp geldim okula sevgili bilog, bu arada kampüs hâlâ boş, insan yok, yağmur çok, rüzgar çok, sıkılıyorum anliycaan.

Son güne bırakmicam, hemen çalışıp yapayım diyorum ama delirmek üzereyim. dersi dinleyip, notumu alıp üzerine, gelip kitabı hatmedip, not çıkarmış olmama rağmen soruları çözemiyorum. Hayır ben değilim diğerleri gerizekalı, niye kimse bu şöylemi diye sorduğumda bi cevap ver(e)miyor ki??

sevmeye sevmeye, hırs uğruna herşey bi yere kadar tabi.

Babamı düşündüm bugün yine, yıllarca çalmaktan yorulan ve sinirleri yıpranan ellerini, 20 küsür senelik yaşamışlığımın borçluluğunu, daha da bi sinir oldum. Ama bunların hepsi gerçek değil, bir çoğu applied case study... örnek olsun, daha geniş bakış açısı kazandırsın diye.

çok güzel şeyler konuştuk bugün "bebito"yla umarım unutmayız bütün bunları...

ve oteller: bir harika.

bir de staj bulmam lazım, staj bulmam lazım, staj bulmam lazım...