22 Ocak 2010 Cuma

one day i woke up...

*Hani ileride hatırlayayım diye söylüyorum, evin her metrekaresini düzeltme aşkıyla yanıp tutuşan benim. Evet yemek yapıp ev süpürüyor, buzdolabını temizleyip, antre duvarlarını siliyorum :) En zevkli kısmıda evde kimse yokken "bu işlerine yaramaz", "bu eski", "cık kullanan yoktur bunu" diyip bi dolu eşyayı kolileyip kapı önüne koymak... Yazık günah bi ev onca senenin yükünü taşır mı, di mi :)

*Yemeklerimde ev halkı için küçük, benim için büyük bir miktar olan koca kaşık dolusu tereyağı olması, onları sağlıksız değil aksine ulti-multi süper sağlıklı yemek yapar, dışarıda yediğimiz yemeklere koydukları endüstriyel motor yağı kıvamlı şeyi göz önüne alırsak...

*Daha önce konu hakkında uzuuun uzun yakındığımı tahmin ederek sadece şunu not düşüyorum, B- ile geçtim. davulzurna az, sivrisinek saz.

*Kayseri biletimi aldım, otbüsle gidicim hem de 20tl'ye ama 5 saat şaka gibi. hayır yani paşa babamın özel jetiyle büyümedim ama, ben senelerce 8-10 saat arası yolu 50tl den aşağı gelemezken, biz büyüdük ucuzladı dünya, kısaldı yollar...

*İstanbulu gün geçtikçe seviyor olmam, tatil bitip de evden ayrılacak olma histersinden kurtuldum anlamına gelmez.

*Mezelerle dolu bir rakı sofrası kurasım var, anason pek haz ettiğim bişi olmasa da muhabbetine hastayım rakı'nın. sevelim sevdirelim.

... and there was more to love :)

14 Ocak 2010 Perşembe

Mausam*

Kendimi ne kadar faydasız hissettiğimi anlatamam bilog.

Bi restoranım olsa, ama böle cafe-bar-lounge tarzında bir yer; gelen herkez mutluluk bulup, huzur dolup gitse, hiç bir sevgili benim masalarımda kavga etmese, hiç bir işadamına benim barımda iş dolu mail gelmese, hiç kimse bir yerlere yetişmese.. Tatlı tatlı, kimseyi yormayan, ama kimsenin de bilmediği hoş müzikler çalsa bütün gün, yine kimsenin bilmediği dillerde...Hani sanki heran mutfağın kapısından, o filmlerdeki çölde yaşayan, güneşten kararıp buruşmuş ama yüzü pırıl pırıl ışıldayan mistik büyücü çıkıp gelecekmiş hissi hakim olsa ortama. Adı da "Vaha" olsa...

...bu kadar işe yaramaz hissetmekten kurtulurdum belki o zaman...

Dedim çok mu istiyorum, ayıp mı ediyorum. Ablam cevap verdi: Allah akıl vermiş, kullan onu iste benden ya kulum demiş...

Öyleyse istiyorum. günü birinde kız/erkek farketmez çocuğum olursa Efe gibi olsun: gelsin kucağıma yatsın, kafasını yana devirip dinlesin beni, kızan ben olduğum halde yine ağlamak için gelsin benim omzuma yaslansın...

istiyorum: dost sandığım insanlar küçük hesaplar peşine düşüp kırmasınlar beni.

istiyorum: yeniden takdir edileyim.

ve işte tüm bu sebeplerden ve maalesef, kemiklerimin kırılacağını bilsem, sırf karşımdakinin canını yakmak için beraber bindiğimiz dalı keserim bundan sonra, eğer damarıma basmış ve beni üzüntüden bütün tüylerim diken diken olmuş da içime batıyormuş gibi hissettiriyorsa.

Dünya, içinde yaşadığımız bedenler, rolleri yüklenip oyunlar sergilediğimiz hayatlar; tüm bunlar o kadar garip ki; birbirimizi üzmeye değmez.

Batıya giden yol bile bir gün doğuya varacak.
*Nitin Sawhney

8 Ocak 2010 Cuma

upgraded lifes

içinde yaşarken hiç bitmeyecekmiş gibi duran ama dönüp bakınca "ay ne ara geçti" dediğim bir final haftası daha geride kaldı. bu zaman zarfında gün mahfumumu kaybettiğim için haliyle blog filan da yazamadım. ama bu süreçten tahmin ettiğim kadar çok nefret etmedim, sabah 3de gidip kaşarlı tost arasına mısır marul koydurmak, ya da bir kutu limonatayla adana dürüm yemek belli bir yaştan sonra pek de ilgi çekici olacak şeyler değildir heralde :) Bu hafta o kadar çok güzel yemek yedim ki konu hakkında geniiş bir yazıyı live to eat'e göndermeyi planlıyorum. gerçi o hep unutulmuş, hep üvey evlat.. ama yeri ayrı gönüllerde :)

dün telefondaki n'aber sorusuna hiç düşünmeden"büyük hayalimi yaşıyorum" diye cevap verdim. e nitekim her öğrencinin büyük bir hayali olmalı, benimkisi de, sınavdan sonra eve gidip koltuğa yayılıp tv izlemek.

öyle yorgundum ki, dik konuma getirilip kemerleri bağlanmış exit cam kenarı'mda saniyesinde uyuyakaldım. masada oturup bi kaç lokma yedikten sonra annemin yüzüne bakıp "ee şimdi ne çalışacağız" dediğimi hatırlıyorum; kesinlikle sınav döneminde çok çalışmaktan değil tabii, uykusuzluktan.

malum ben ne zaman yola gitsem, yoldan gelsem emotional jet-lag yaşar; hissedecek, yazıp söyleyecek çok söz bulurum. bu seferki hissim sıçtım mavisini görmekle ilgiliydi. sanırım benim sıçtım mavisi tonum sabancı diplomamdaki olacak çünkü bundan sonraki hayatımın bu kadar f.king fancy olabileceğini düşünmüyorum. öğrenciliğin neden bu kadar güzel olduğu konusundaki felsefik girişimim devam edecek... :)

ya yazık günah değil mi, insan 2 sene üstüste son sınıf psikolojisi mi yaşar? ev hayatının sürekliliği fikri beni o kadar boğuyor ki anlatamam. evler misafir olmak için çok güzel yerler ama yaşamak fikri... bilemiyorum, çok düşündürücü.

*bu arada MR çektirmek de o kadar korkunç bişi değilmiş. ayrıca ortam çok sıcak, sadece biraz baş ağrıyıyor; that's all.
*annem dün yemekte ne konuştuğumu anlamadı, ben mi duymuyorum yoksa sen mi çok yorgunsun dedi, bozulan türkçemi tescilledi.
*kardeşimle 3 bölüm heroes patlatmışız üstüste tadından yenmiyor.
*haftasonu bir an için, öğrenci olmayıp 5 gün aynı yolu işe doğru gidip eve doğru gelenleri kıskandım.evet ben.
*sabihagökçen'den van'a direk uçuş varmış, gitsek mi ne?
*stajımı ayarlamam lazım bilogcum. aranık mart stajı diye ilan mı versem :))
*emanuel'in ünlü geburtstag get together'ı vardı bugün. bana tabii ki yine davetiye yolladı. seneye gitsem iyi olur nitekim o da taşınabilir viyanadan.

*istanbula kar yağdı demiş miydim?

2 Ocak 2010 Cumartesi

yeniyıl baharı

dönüp okuyunca eski postları bazı şeyleri hiç de hatırlamadığımı farkettim, bazılarınıysa sanki şu an oluyormuş gibi tekrar hissettiğimi. bakınca 100küsür yazıya (arada yayınlamadıklarım da olmuş) sığmış koca 365 gün, satırlarca uzamış gitmiş ya da bir kelime de herşey anlatılıp bitmiş.
yılbaşları o kadar garip dönemler ki insan karar veremiyor, dönüp geçmişe bakıp tahlil mi yapsa ya da şimdiden gelecek planları için yola mı koyulsa? o kadar derine inip incelemedim henüz koyduğum hedeflerin neresine varmışım ne kadar neyi başarmışım. çünkü her ne kadar kısacık olsada şu insan ömrü, bence yeterince uzun değildir ömrün 1 yıllık günü böyle bir değerlendirme yapmaya.

şimdi döndüm baktım, dinlediğim bi şarkıdan alıntı yapmışım, ama türkçeye çevirerek. o şarkı neydi bulamadım ve üzüldüm keşke yazmış olsaydım bi kenera ya da o şarkıyı birine mail atmış olsaydım da outbox'ımda dursaydı diye. bu sebeple sadece zamanın bu diliminde neler düşünüp hissettiğimi not alıyorum bugün, geleceğe orjin olsun diye.

geçen hafta ybf yokuşunda yürürken öğrenmekten sıkıldım dedim kendi kendime, sabah 8.30 derse gitmekten bıktım dedim, ve öğrenmeye çalışmaktan aslında. sonra neden burdasın diye sordum kendime, burdayım çünkü üniversite hayatını seviyorum. düzensiz saatlerde spora gidebilmeyi, arada pop-up gibi ortaya çıkan seminerleri, gösterileri, eğitimleri, garip davetleri; başka başka şehirlerden üniversitelerden şirketlerden gelen konuşmacıları, eğitmenleri, öğrencileri kısaca düzenli düzensizlik halini...

içinde yaşadığım beden bana ait değil mi hissi: o kadar çok sırt ağrısı çektim ki son bi kaç haftadır... doğru düzgün hiçbirşey yapamadım ve bedenim bana çok yabancı gelmeye başladı, aynalara görerek bakmaz oldum belki de. göz kapaklarımın aslında kırmızımsı mor bir yorgunluk taşıdığını farkettim bugün mesela ve garip gelmedi görünüşüm ama inan anlamıyorum nedir yani bu kadar yorucu olan?

en güzel yılbaşım: 2010 kesinlikle hayatımın bugüne kadarki en güzel başlayan yılıdır. bütün gün herşey o kadar güzel ve içtendi ki, en ufak bir an bile aklım başka bir yerde olmadı. hiçbirşeyin ve hiçbir kimsenin yokluğunu aramadım. bütün dünya o an benim kapsama alanımdaydı ve etrafımda olup biten dışındaki hiçbirşey ilgilendirmiyordu beni. yeni yıla bu kadar rahat ve bu kadar özlemsiz girmek muhteşem bir duyguydu ve o duygu hâlâ hüküm sürüyor yanaklarımda :)

piecewise notes:
türkçem katloldu- artık tek dilde duygu ve düşünce ifade etme kapasitesine sahip değilim.
finans aslında öyle bir dünya değil-uğruna ölecek kadar sevmeden verdikleri azıcık maaşla finans dünyasına nasıl katlanılır hiç bilmiyorum. you know jonnie, tutulacak sözlerim var daha, kutsal amçlarla girdim ben bu yola.
kanyon- yok öyle bir dünya, v3.01. insanda, kesinlikle alın terinden daha geçerli şeyler olduğu fikrini uyandırıyor.
avatar dünyası - biz kendimizi ne sanıyoruz acaba? ne verdik ki bu dünya'ya bu kadar çok şey istiyoruz??

kendime not: yani madem o kadar büyük çantalar kullanıyor insanlar, ve de herşey bu kadar minyatür artık, üstelik arabayla da seyahat ediyorsun, ihtiyaç duycağın herşeyi yanına alsana a be güzelim:)