31 Ekim 2009 Cumartesi

emotional jetlag

söyleyebildiğim şarkıları ayrı bir seviyorum. kadın sesi kadar güzel ve büyüleyici başka birşey olduğunu düşünmüyorum. yani kuş sesi, akan suyun, hışırdıyan yaprağın sesi de çok güzeldir; ama tarif edebilirsin, benzetebilirsin, farklı zamanlarda farklı yerlerde işitince aynı şeyleri hissedebilirsin. kadın sesi bi ayrı sanki, bir başka "benzersiz"...

insan bedeninin yaşadığı zaman kargaşasını, fiziksel değil de duygularda yaşamak iyi mi kötü mü bilmiyorum ama pek bir garip. yani algılayamıyor insan; geçip de şu odaya tekrar oturduğunda, uyandığımda denize bu kadar yakın mıydım bu sabah, şimdi öğlen esen ılık rüzgar izmirinkiydi de dışarıdaki soğuk yağmur istanbulunki mi diye düşünüyor...

aşk budur bence, yaşamaya olan tutkudur; yıkık dökük harebelerin arasında dostlarında o huzuru sevinci bulmaktır, onlara sarılmak, uzun zamandır görmediğin için önce bi durup kalmak, sonra sanki daha bu sabah beraber uyanmış gibi sohbete dalmak. hormonların hiç işi olmadığı insanüstü duygulardır gerçek aşk.

benim aşkım, "benim insanlarım"adır. annanemin ki allaha, mecnunun ki leylaya...

farketmez: seviyorum sizi lan! :]

şimdi çalışmam lazım... ama zorunda olduğum için değil, istediğim için :]

29 Ekim 2009 Perşembe

ladies and gentlemen, we are floating in space

hava gecenin 3ünde taze mi kokar?

taranmamış, kurutulmamış, kendinden lüle lüle kıvrılmış saçlarımla ben başkası değilim sanki, yaşasın kendinlik.

kendine not: salaksın. 4 günlük tatil olmaz. tatil dediğin taş çatlasa 2 gün olur, 4 gün bayramsa, seyransa, mezun oluyor da ayrı yollara düşüyorsan "farewell"se olur, tatil olmaz. 4 gün kampsa olur, deniz kıyısında otelli, çadırlı, pansiyonlu ya da karavanlı seyahatse olur. tatil olmaz.

sanki beni uzaya atmışlar da nanik yapıp dönüp gitmişler gibi hissediyorum.

boşlukta süzülüyorum ve ben "hiç-bi-yer"liyim.

26 Ekim 2009 Pazartesi

based upon

küçük beyoğlu'nun insanlarını, günümün içindeki bütün "o" insanlardan daha "sincere" buluyorum. ele güne karşı yapayalnız böyle de olmaaz ki: şap-şap-şap derken, kimsenin eğlenmekten başka bir amacı yok, kimse yanımdaki şarkıyı daha yüksek sesle söyledi ben de daha kuvvetli alkışlayayım bâri derdinde değil, herkes kahkaha atıyor çünkü hepsinin içinden geliyor... life is life derken sanki hakkaten çözmüş hayatın anlamını, ve efes başka hiçbir yerde bu kadar güzel tad vermiyor.

bu dünyada bu kadar büyük kitleleri biraraya getirebilecek şey ne din, ne spor; olsa olsa müzik. bkz:U2

konuşan çok, icraat yok. sıkıyorsunuz hani yani, yemiyorsa girmeyin bu işlere kardeşim...

it's play time!

18 Ekim 2009 Pazar

aşk bu değil*

midem bulanıyor blog,

sıkıldıkça bulduğumu yiyip içmekten : pembe üzüm- tuzlufıstık - yeşil çay- fıstıklı çikolata- pavesi zeytinli- damak- haribo tropik- su-su ve su...
hani kusabilme yeteneğim olsa da yesem di mi? bile bile öyle bi refleksim olmadığını çöp öğütücü gibi doldurdum kendimi.

MiF'den aynı zamanda bu kadar nefret edip bu kadar çok seviyor olmam bir çelişki midir? p ise q, q ise p; yahut her ikisi birden midir? git-yap-öğren-gel sistemi hakimse yükseköğrenimde okumuyorum lan! gider evlenir çoluk çocuk yapar, hayır kurumları için kermes düzenler, tasarladığım takıları satar, senede bir de baayan arkadaşlarımla uzak doğu seyahatlerine giderim yani. ne lan bu böyle.

Ayrıca IEU bu lafım sana: yatarak top çekmek sanatından başka bişey vermemişsin bana, hani onu da tam versen içim yanmiyacaktı biliyon mu... tek üstün yanın dans klüplerinin muazzam olmasıdır, bi de bi kaç yolunu kaybetmiş iyi insanın sende buluşmuş olması... bir seizec, bir geowyns, bri yazkızım başka bi üniversitede buluşmuş olaydı şu an dünya nerelerde olurdu tahmin bile edemezsin. gel gör ki "kismet happens"...

*Birsen dinliyorum bugünlerde, stresime iyi geliyor.. bir de ne güzel diyor : "...sen, insanı öldürürsün sen..."

15 Ekim 2009 Perşembe

ain't no sunshine

selam blog,

biraz yakınicam sana. çok mu şart sebebi olması, canım nazlanmak istiyor. açıkca kötü giden bişi yok (dağlara taşlara, uçan da kuşlara, meaşallah :]) ama hep de iyi, süper ya da düper olamıyor tabi hayat.
bugün venture capital'ın ne olduğunu öğrendim. ne istediğimi bilmediğim hayatımda ne istemediğimi bilmek suretiyle üstünü çizdiğim bir satır daha oldu: pek bi mesudum. bence bu kötü değil, yani bilmiyorum suç mu!? öğreniyorum blogcum, daha n'olsun işte gelişiyorum, takdir etmen lazım ayıplaman değil...
bugün mba2'lerle tanıştım, aslında kafa insanlara benziyorlar, ölesiye gıcık olmaktan vazgeçtim. tanışalım kaynaşalım workshop'u düzenliycem kendi kendime, dağ başındaki yabaniye rolü çok sıkıcı, pek bayağı :D

sevgili okuyucularımdan özür diliyorum fekat,
şimdi bazı insanlar var(insan demek bile suç ama), onlara şunu demek istiyorum : defolun gidin hayatımdaaaan!! benim lan bu hayat! is-te-mi-yo-rum! mesaj da atmıyorum, maile cevap da vermiyorum, allaha havale ediyorum ben sizi, beter olun, defolun.

neyse; normal moda geri dönersek, bu muzlar niye sürekli yeşil?

bi de: genetikçiler var, bilgisayarcılar, polical science'cılar vee biz finanscılar: negzel yurttur ya burası, her telden her renkten dup diri dup :]

10 Ekim 2009 Cumartesi

pano

ekrana bu kadar yaklaşmamıştım uzunca süredir, aramızdaki defterleri, 4 renk ataçlı kağıtları, kırmızı mavi siyah stabiloları, akademik ajandayı ve kitapları kaldırıp, önüme almamıştım bilgisayarımı...

finansla ilgili o kadar heyecan verici şey oluyor ki bloglamak istediğim, sıkıcı olmaktan korktuğum için yazmıyorum.

şimdi bişi itiraf edicim blog, hayatımda ilk defa bilmediğim şeyler beni ele geçiriyormuş gibi hissediyorum, yani hatırlamıyorum acaba erasmusa ilk gittiğimde de oraya yabancı olmak böyle hissettirmiş miydi? ama sanmıyorum çünkü hem hepimiz yabancıydık hem de hepimiz yeni. "even"dık.
şimdi burada disadvantaged benmişim gibi hissediyorum ilk defa. sanki herkes benden daha iyi biliyormuş, daha iyi anlıyormuş, zamanı daha etkili kullanıyormuş, benle aynı takvimsel zamanda benden daha uzun yaşamış da benim görüp geçirmediğim zamanlardan geliyormuş gibi hissediyorum.

çocuk doğurmak böyle bir his olsa gerek: köprüden karşıya geçene kadar ömrü tükeniyor insanın zaman sonsuza doğru uzayıp gidiyor gibi hissettiriyor durkalk- güvenlik şeridi ihlal et trafiği; ama bi kere geçip de emirgana o güzel yalının bahçesine girdin mi dünyalara değer gibi hissettiriyor bu şehir insana.