30 Haziran 2009 Salı

kısa kısa

*sabancıya başvurdum, onlar da almazsa kimse almasın.
*ilk yakın arkadaş düğünüme gittim, la mer konseptli,kırda, perimasalımsı güzel bişiydi, tavsiye edilir. yalnız topuklar sürekli çime gömülüyor ende sölemesi :D
* yarın kep atıyorum, cüppem şuan yanımda ama daha giyip denemedim bile. enteresan. karşılıklı bakıştık sadece:)
* diplomayı da alınca hakkaten bitiyor galiba herşey, yine de bunun hüznüne kaptırıp, kendimi üzmiyeceğim çünkü yarın sabah uyanana kadar hiçbişi bitmiş olmayacak.
*çeşme! biz geliyoruz şekerim, bekle ;)
* ha bi de artık karnımda kelebekler pır pır etmiyor, iyi halt ettiniz, duygusuzluğu bu kadar erken öğrettiniz, babamla oturmak gibi bir his sadece.
* artık onun tarafında anlaşılacağımı düşünmekten vazgeçtim, sadece daha basite indirgeyip olayları, he diyip geçerken "belki olur ya onu ben anlarım" deyişimin haklı çıkacağı günü bekleyeceğim.
bebek! :P

24 Haziran 2009 Çarşamba

senden öğrendim

hayat, bazen mânâsız geliyor ya, ne uyanası geliyor insanın ne de aynaya bakıp saçını tarayası. elimi uzattığımda boşluğa, sadece boşluğa uzatmış oluyorum, parmağımın ucuna değmiyor hiçbirşey... TtS olmuyor.
geç kalkınca gün çoktan tükenmiş oluyor, zaten olmayan o "yapasım" hiç gelmiyor. masa başına geçip sanal dünyama bağlanmak hiç gerçek gelmiyor: başka ekran başka klavye, benim değil bu dünya, bu baktığım "pencere" başkasının "penceresi".
10 metre mesafemde mutfak olması benim için bir şey ifade etmiyor, arada soğuk su almaya gitmek için güzel ama içimdeki o engin yemek aşkı fitili kupkuru duruyor, hal böyle olunca da ocağın altını kuru bir makarna suyundan başka birşey için yakmıyor bu eller.
valizler hâlâ odanın bir köşesinde, eşyalarım nerede bilmiyorum, dolap yok düzen yok, üstten bulduğunu giymeye devam.
ben hayatıma bir mânâ aramaya devam ededurayım, sen de daha iyi bir yer olmaya çalış e mi dünya. etrafta onca küçük umut var senin güzel günler göstermeni bekleyen, küçük çocuklar var heryerde ve onların akıl almaz güzellikte hayalleri; biraz daha merhametli davran o hayallere bak gör gerçekten çok daha güzel olacaksın...

15 Haziran 2009 Pazartesi

where only we know*

sevgili çaba,
bu yazıyı senin evinden, senin bilgisayarından yazıyorum...
ne kadar garip değil mi :)
çok üşüyorum balkonda ama esen soğuk rüzgarlar o kadar güzel kokuyor ki, körfezin ışıkları o kadar pırıl pırıl ki, sen orda PES oynarken, sırtımda hırkan oturup senin ödevini yapmaktan kendimi geri alamıyorum...

sevgili geowyns,
dışım üşürken, dinlediğim müziklerinle içimi ısıtıyorsun, bir de bugün yapmış olduğun todo list'inle.. telefonda gelen ses de biraz neşe eksikti sanki, ama umuyorum ben yanıldım çünkü ne kadar uzakta olursak olalım aslında birarada olduğumuzu bilmekten ötürü ben mutluyum...

ben küçük şeylerle mutlu, umutlu küçük kız, size ılıcalardan körfeze karşı bildirdim son kez...

yaşadığım hergün karşı konulamayacak kadar güzel birer gün...

bu arada yeni bir çift pabuç daha aldım... yine topuklu! viva "ladies on the heels"
*keane

13 Haziran 2009 Cumartesi

bu bir veda mıdır sana?

öyle olmasa? olmaz mı... hani gerçek hayat şimdi başlıyor ya, herşey asıl şimdi gerçekten başlasa olmaz mı, ben tutamıyorum gözyaşlarımı içimde.

ne kadar güzel, o kadar zor... aslında buraya milyonlarca satır yazıp anlatmam lazım, sabahlara kadar oturup konuşmam lazım herşeyin tam olması için ama hepsi benim içimde kalıyor şimdi çıkaramıyorum, ölüp gitsem toprağa gömülse hepsi, inan çok yazık olacak çünkü içimdekiler o kadar güzel ki...

hayallerimin efendisi'yim galiba bugün, sadece hayel etmekteyim, sonra da onları efendi efendi izlemekte... oscarlık performans sergilemek değil benim asıl istediğim, hollywood yapımı olmasın lütfen benim hayatım, tiyatro olsun varsın bütçesi düşük, seyircisi az, saati absürt bir saat olsun gelmek istemesin herkes ama gerçek olsun; samimi, sıcak, iç içe, göz göze...

kahretsin ki gitmek hiç de o kadar kolay değil hiçbir zaman, gideni uğurlamak arkada birini bırakmaktan inan daha az acıtıyor insanın canını...

Ey daha çoook olan göreceğim o güzel günler! umarım bütün bunlara değersiniz çünkü sizi görmek uğruna siz hiç bilmeseniz de ben neleri neleri arkamda bırakıyorum... ölmek kadar doğal gerekli ve seçeneksiz bir şekilde...

...belki hiç sölemedim ama... ben hepinizi çok sevdim!

okulum!: seni çok sevdim, herkes sana gıcık kaptı, herşeyine bir kulp taktı, ben de çok kızdım sana yeri geldi belalar okudum "bok" dedim "böcekli bok", ama ben çok mutluydum senin içinde, sen benim dünyamdın, sabah erken uykusuz gözlerim akarken, akşam yorgunluktan ölmüş, suratım düşmüş hâlâ ders dinlerken, akşam 10larda pazar sabahları 8.30 sınavlara girerken, o sınavlardan çıkıp yapamadım o soruları kahretsin derken bile mutluydum ben senle.

izmir!: deniz kokan yârimdin, güneşi kocaman turuncu doğan... baharlarda hep mahvettin beni, ilk baharda alerjilerimi azdırdın, beni ilaçlara muhtaç bıraktın yaşamak için. son baharlarda iliklerime kadar ıslattın, ama seni izmir yapan da buydu ya hem güzel hem hırçın'dın. trafiğinle çok yordun beni ve o gelmeyen eski dökük 169larınla, bozuk kaldırımlarınla ve bir zamanlar körfez kokularınla... ama martıların vardı senin, sabah 7.20 vapurların, kendimi başka başka diyarlarda hissettiren yalnız yürüdüğüm sahillerin... gevrek dediğin simitlerin, kaynana sopası dediğin gevreklerin vardı, bir de atıp duran asfalyaların... ama hep yeşildin, hep iyot koktun, viyanada bile burnumda tüttü o kokun, gülen sıcak yüzün.

çaba!: ben çok sevdim seni, hiç anlamadığım bir şekilde yer ettin içime. ben hep anlamaya çalıştım seni, senden en çok nefret ettiğimde bile toz konduramadım, yapamadım. hep güçlü oldum sana karşı çünkü bu bir güç savaşıydı, umursamaz göründüm ama her detayına kadar umursadım, kızdım, kıskandım, paylaşamadım, bıraktım, vazgeçtim, tekrar istedim, sevdim, özledim, kinlendim, nefret bile ettim, inat ettim, kırdım , yıprattım bilerek ya da bilmeyerek.. bazen oynadım bazen kendimin bile şaşacağı kadar kendim oldum, bütün maskelerimi kılıflarımı kaldırıp atıp bir kenera... en büyük mutluluklkarı da en büyük hüzünleri de sen yaşattın bana, bi çok hissi ilk defa tattım senle ama sen bunları hiç anlamadın, hiç görmedin, hiç bilmedin... düşüp dizini sıyırmış etrafında tutup kaldıran kimse bulamayınca oturup kendi kendine acısını emen küçük bir çocuktum ben sana geldiğimde yüzümde olgun insan maskesiyle... belki de bunun için oldu herşey. belki zaman, belki mekan, belki de ben yanlıştım, ama yanlış bir tekti, doğrular birçok...

tunca!: sen benim izmirdeki kardeşimdin, hep çok özeldin hep öyle kalacaksın, nasıl böyle olduk sorsalar anlatamam ama seni kırıp üstüne gülüşlerim bile sanma ki içimi acıtmaz, ben böyleyim be güzelim, anlatmaya gerek yok kendimi sana, seni sana, beni bana... diğer hepsi biryana sen biryana bu okulda... çünkü o en dipte olduğum günlerde bile sen çektin hep beni yukarı sen bunu bilmesen de... sana veda etmiyorum bugün burada, çünkü böle birşeyin olacağına inanmıyorum hiçbirzaman. sen nereye ben oraya... lütfen mantıklı kararlar ver, sürükleme beni peşinden oraya buraya :D

işte böyle neşe küpüm, bugün 12 haziran, 2009, cuma... bir devir bitiyor, yenisi...?...

11 Haziran 2009 Perşembe

adío querida

son 1 gün...

9 Haziran 2009 Salı

esra the 2 metre

canım sıkılıyor, zaman geçsin istemek mânâsız çünkü şu kalan azıcık zaman ömrümden ömür götürüyor, sadece keşke zaman dursa ve geri gitse, herşey uykusuz hergece proje yapmak olsa, böcek soksa, acildeki doktorlar gelip tekrar tekrar bi böceğe bi bana baksa, "ah küçük kız" dese içinden hepsi, hem ders hem sınav olsa ben yetişemesem, ve bir sebebim olsa dersim vardı ondan diyebilsem vs.
aslında dün itibariyle geleceğimi ciddi ölçüde etkileyeceğine inandığım sınavlar bütününü çook ama çok gerimde bırakmış olsam da yine de önümde beni bekleyen, 2 si yarın olmak üzere 3 ödev teslimi, 1 proje sunumu ve 2 sınav var. her ne kadar onlara karşı hissim "none of my business" tadında olsa da "not who but esra cares" durumu mevcut yine üstümde. ama gel gör ki bu hissi bu sefer nbu hissin ne kadar tarif edilemez olduğunu bile tarif edemicem, öle böle değil, çok feci.

mezun olmakla ilgili üstümde ki genel sıkıntının sebebi, en iyi yaptığım işi yapmamın artık benden beklenen birşey değil de benim keyfi kederime kalacak olması olabilir diye düşünüyorum.

üzgün olduğum bir konu var ki eklemeden geçemeeceğim, ben hâlâ insanları anlamıyorum, yani yazık günah değil mi bunca yaşanmışlığa, çalışılıp öğrenilmişliğe, ha? burda bahsi geçen anlamamak sadece insani ilişkiler değil aynı zamanda akademik bağlamda da alınmalı, yani ben en iyisi olarak başladığım şu bölümü bitirirken, en iyisi olduğum dersin(ki kendisi policy olur) final sınavına 3 gün çalışmış, notlarım kitleler tarafından hatmedilmiş, sabahlara kadar konuları diğer insanlara anlatmış biri olarak, o final kağıdına bakıp da, "acaba bunu mu demek istiyor" diye terettüt ettiğim an "boşuna mezun oluyorum" dedim. 
belki de hiçbir zaman herşey yeterince iyi olmayacak.

bunlar "cons" du, şimdi de biraz "pros"a bakalım.

mesela şu an ayağımda, yatarken komidinimin üstünde yatağımın başucunda olacak bir çift lacivert pabucum var artık. topluma verebileceğim rahatsızlığı düşünmedim değil topukları yüzünden ama düşünüp taşınınca sonunda yine aynı sonuca vardım: madem bu adamlar bu numaraları böyle topuklu üretiyor, bana da alıp giymek farzdır. çok zaruri durumlar için bir çift de kırmızı düz tabanını sipariş ettim gelecek, endişeye gerek yok.

acı gerçeği söliyorum benm de göbeğim var! ama biz böyle mutluyuz :)

yarın neredeyse yılı bulmuş süründürerek süren çilemin kısmetse finalini yapıyoruz ve kanal tedavimi bitiriyoruz. herşeyi biliyosun, her konu da beyan edecek bi fikrin var ama bi şu dişlerinin derdi ne bulamadın dediğinizi duyar gibiyim, ama yanıldınız onu da buldum: "RMD" (repetetive motion disorder) efenm bunu da hrm çalışırken keşfettim, yapılan işe bağlı olarak ofislerde insanların yaşadığı rahatsızlıklara verilen genel isimmiş, bilgisayarcıların bileklerinin rahatsızlanması vs gibi. ben de "live to eat" motto'suna sahip bir birey olarak yemek yemeyi iş hâline getirdiğimden böyle bir sorunla karşı karşıyayım, tamamen profosyonel benim bu diş derdi yani.

sanırım bu kadar geyik size yetmiştir, hadi şimdi hepiniz işinizin başına! hiç inkar etmeyin biliyorum, yapılacak onca iş beklerken oturmuş blog okuyorsunuz!
öperim sizi
imza:
esra the 2 metre :) 

4 Haziran 2009 Perşembe

why does my heart...

...not feel so bad, but also not so perfect. For the very first time I really and completely sent an application and at the very moment I realized that I don't wanna do that. Anyway, su akacak yolunu bulacak, bulunduğu yerde durup esra birgün geriye bakacak, hatırlayıp susacak ve tebessüm yine en olmadık yerde heryerini kaplayacak...

5 sene bitmişken hâlâ şüphe varsa içimde, kitaplar yersiz yerinde, eli belinde...
 

1 Haziran 2009 Pazartesi

kız sus tut at, içine içine

yazasım varken zaman yoktu, zaman geldi buralara yazasım kaçtı gitti biyerlere.  projeler için o kadar çok okuyup o kadar çok yazıp çizdim ki, neşeküpüne takatim kalmadı heralde :)
bir çağa yakışır bir final oluyor son günler, uykusuz hergece, koşuşturmaca stress vs. tam esralara lâyık haliyle :)

gitmeden, veda etmeden varsa sorup da öğrenmek, diyip de kurtulmak istediğin kelimeler aklının bir köşesini meskan tutan, sal gitsin dedim, dökülsün ortaya.  susma ıssız gece gibi, tutma içinde; allahın bildiğini gerek yok kuldan saklamaya...
ama attın sen içine içine, söylene söylene kendine, sadece bir çift kelime döküldü, içine attıklarının tam aksine.

yazmayarak anlatıyorum bundan ötesini, aynen bazen susarak konuştuğum gibi.
herşey normal.